12 Şubat 2022 Cumartesi

...

hayallerimizin denizde kaybolan şeffaf adımları 
yakında sönecek ses dalgalarımızın hoyratlığıyla 
uzak memleketler olacak düşlerimizde 
yok oluşun heybetli boşluğu geçip gidecek 
saprofit besiniyiz aslında sadece semirmek için yaşatılıyoruz 
veya halefiyiz tanrının kutsamakla kutsanıyoruz 
her ihtimalde zamanın bir yerinden geçiyoruz 
rastlamak için kaybettiklerimize 
anlamlı olması için varlığımızın 
sadece sevilebilmek için katlanıyoruz 
tüm saçmalamamız bundan 
medyumların kesin öngörüsü 
yanılma ihtimalleri olmayan 
ama asla söylemedikleri gerçek 
ölümün soğuk denilen beşiği 
yağmurlarla çamurlaşıp çürüyen bedenimizin kokusunu saklayan
cesetlik utancımızı örten mezarımızda huzur içinde çürüyoruz 
her parçamız bir saprofitin ağzında 
çiçekte olmuyoruz 
yeniden de doğmuyoruz 
buraya kadar her şey biliyoruz 
sadece kabullenmekten korkuyoruz...

3 Haziran 2019 Pazartesi

Başlangıç...

karanlığın soğukla buluştuğu gecede
çırılçıplak ürpermiş bedenimle
lağım kusan mazgallarıyım şehrin
titriyorum
üşüyen bir kuş gibi değil
can çekişen bir puşt gibi
ölüyorum...

17 Haziran 2018 Pazar

...

Çala mavi bir gök
Puslu ıslak bir zehir
Ağlamak uykusudur hissetmemenin
Dünya üç gün
Ahir zaman sürgün
Ne zaman atıldı şu hemhal alemde
Bu başıboş kördüğüm

Yaşam bir ölmek yarasıdır
Başında ve sonunda hayata gebe
İyileşme korkusudur yaşamak
Ve bir ölmek duasıdır nihayetinde
Her anında keskin köşeli bir müsebba
Yaşamak
Sevmek
Büyümek
Düşünmek
Koşmak
Durmak
Düşmek ve ölmek..

Çala kızıl bir gök
Nemli koyu bir şarap
Yutkunmak tortusudur hissetmelerin
Dünya dediğin üç gün
Ahir zaman sürgün
Ne zaman atıldı şu hemhal alemde
Bu başıboş kördüğüm..

26 Şubat 2018 Pazartesi

...

Bazen susmalı düşünceler
Bir adım geri gitmeli
Ki görmeli her şeyi,
Çünkü içindeyken suyun
Bilmez hiçbir balık kıymetini,
Bilmez suyun mevcudiyetini.
Öğrenebilir ancak ölene dek kuruyarak
Bu yüzden alim durur hep kaybedenler
Çünkü her ölüşlerinde öğrenirler
Ve her öğrendiği daha anlamsız gelir
Çünkü bilmek anlamakla aynı şey değil.

Bazen durmalı yakarışlar
Gözler kurumalı yaşlardan
Ki görmeli her şeyi olduğu gibi
İçindeki zifiri ve sessiz boşlukta
O zaman gelirse gelir en zor vazgeçişler
Ve ancak o zaman mümkün olur
Her şeyi bırakıp kaçıp gitmeler

Bazen vazgeçmek gerekir
Tüm olasılıklardan
Ki görmeli her şeyi
Hangi yol zor sadece
Hangisinde gidilir ölüme
Tüm yollar ölüme giderken aslında
Hangi sözlerden dönülür
Hangi gelecekten vazgeçilebilir
Kimin için ölebilmek gerekir
Veya bu gerçekten bir gereklilik midir?
Çünkü bu dünyada ne yaparsan yap
Ne seçersen seç
Ne istersen iste
Farketmez
Çünkü bu dünyada her saniye her an
Sadece ölünebilir
Durmadan

Bazen kapatmalı gözlerin
Ki görmeli her şeyi
Kapatıyorum gözlerimi
Duruyorum, bakıyorum, görmüyorum
Gelecek koyu bir sis
İsyan edesim var her saniye
Ama kime, neye ve nasıl bilmiyorum.

11 Ekim 2017 Çarşamba

...

bazen bir eylem bir söze dokunur
bazen ucu keskindir gereksiz mazeretlerin
çoğu zaman gerçek acıtır
çünkü gerçek her zaman duyulması zor
söylenmesi daha zor olandır.

kimi soksan kalbinin içine kanatır
istisnası yoktur bazı genellemelerin
herkes bencil
herkes her suçu başkasında avutur
bu yüzden tüm insanlık suçlu
ama her insan kendi gözünde masumdur.

20 Nisan 2013 Cumartesi

...

ve gece
göz kapakları güneşin
ölsem
bir nefes ruh dediğin
yaşasam
anlamsız telaşlar içindeyim
biraz nefes
biraz ses
bir anlamak
kimin icadı bu anlamamak
ve susmak?

7 Ağustos 2012 Salı

...

gece saçlarına yıldız yap parmaklarımı
gözlerine koy bakışlarımı
göz kapaklarınla sar beni
uykularına sakla
ama sakın ağlama
damla damla düşerim ben
kıyamam kirpiklerine tutunmaya

...

ve sen sus sonra
ama gözlerin meraklı kalsın
duyma ne söylediğimi
bedenin sarhoş mutluluk kaplı

ve sen konuş sonra
kelimeler olmadan
ben bileyim ne var aklında
dudaklarını içtiğim zaman.

22 Haziran 2012 Cuma

...

sustum
içim sustu
benden bir şey aramayın
sırlandım
yansır keyfi kederi dünyanın
şu ten denen örtüde
içim başka
kayıp
özlemek denen açık denizde
karadan yoksun
rüzgarsız
yıldızsız
fırtınasız
sakin ve huzursuz

özlemek
ölmekten iki harf fazla
bin gömlek acı...

7 Nisan 2012 Cumartesi

Manifesto

gerçek
katı, soğuk ve ciddi
kabul bir
insanlar uçamazlar
kabul iki
okul bizi eğitir
eğitim nasıl düşüneceğinin öğretilmesidir
kabullenirsen kalıba sığabilirsin
kabullenemezsen ayakkabının küçük gelmesi gibi
kalıbın sana acı verir
kabul üç
aşklar mükemmel olamaz
filmlerdeki gibi
kavuşma anında bitmez hayat
kavgalarla dolu prostata uzanan bir yol var
kabul dört
iş, para kazanmak içindir
para, satın almak içindir
sigara, yemek ve barınak dışında aldıklarım
ruhumun vadeli satışıdır
kabul beş
mutluluk kısa süreli anlar
ve o anları anmaktan ibarettir
kabul altı
yalnızlık kaçınılmaz doğandır
varolan insanlardan birkaçıyla
zaman zaman aldatırsın yalnızlığını
kaç kişiyle yatarsan yat
uykuya daldığında yalnız başına görürsün rüyalarını
kabul yedi
pişmanlık sahip olma garantisi verilen yegane şeydir
hayatın hiçbirimize borcu yoktur
hepimiz hayata borçluyuzdur
kendini öldürmek korkaklıktır
uyuşturucu beynini eritir
alkol arabayla birlikte kulanılmaz
sigara kanser yapar
kabul sekiz
aileler bizi bağlayan
her halkası kırmaya kıyamayacağımız sevdiklerimizden oluşan
kırılgan bir zincirdir
sadece yeni bir zincir takmayı kabul edince
eskisi zarar verilmeden sökülebilir
kabul dokuz
petrol, altın, elmas
hazır giyim, hazır yiyim
süpermarketler güzeldir
bunlar için harcadığımız paralar
başkalarını öldürmek için itinayla kullanılacaktır
yıldızların evreni hayalidir
starbucks evreni hizmetimizdedir
kabul on
isyan toplumdan dışlanmanın sebebidir
ne kadar uysal bir koyunsak
o kadar huzurla güdülürüz
mutlu ölmek için büyürüz
kabul onbir
evlilik kutsal bir bağdır
kudüs gibi kutsallığıyla mükemmel bir şekilde etkiler hayatımızı
o denli gereklidir
eğer biriyle sürekli sevişmek istiyorsak
bu isteğimiz
yüzlerce insan huzurunda imzamızla belgelenmelidir
kural oniki
çocuklar hayatın amacıdır
doğurduysak veya doğurttuysak bakmalıyız
belkide çocuk olayına hiç bulaşmamalıyız
kural onüç
şans, gereksiz zamanlarda işlerin yolunda gitmesidir
araban yokken kimsenin farını kırıp kaçmaması gibi
önemlidir
bunun için hergün tanrıya şükretmeliyiz
kural ondört
kurallar koyulmak için vardır
doğruluğu ve uygunluğunu tartışmak gereksizdir
topluma uymama konusunda ısrarcı davranırsak
yeni bir toplumla demir parmaklıklar ardında ıslah ediliriz
.
.
.
karar:
gerçek; katı, soğuk ve ciddidir
yaşamak; doğmak ve ölmek arasındaki erimiş kaşar peynirli köftedir
köfte; kıyılmış ve kızartılmış inektir

son söz:
bu metnin yapımı sırasında hiçbir sözcüğe zarar verilmemiştir...

...

galata kulesinin balkonundan
süzülürken
serbest düşüş ilkesiyle,
ölmek vesile
sadece bir an için
tekrar bir şeyler hissetmek
pişmanlık belki
belki korku
belki uçmak gerisin geriye
koyu lacivert gökyüzüne,
yere çarpmadan önce
bir an için
farkına varabilmek
bu dünyada yaşamanın güzelliğine,
sadece bir an
bir ömür bulamadığım sebeplere
sadece bir an
en büyük pişmanlıkla
dokunsam değer
ucunda ölüm olsa bile...

...

kaybedişin anatomisi,
o kadar tanıdık ki sözler,
iyi bir insan olduğumun ısrarı,
en az benim kadar çaresiz
kırılganlığı okşayan bahane sunumları,
o kadar tanıdık ki gözler,
acımanın acındırmaya dönüşümü,
o kadar tanıdık ki göğüsümdeki katı
midemin bir karış üstünü bastıran yumru,
suskunluğun tahriş eden gururu,
yalnızlığın kokusu havaya siner,
hep yanlış zamanların suçu,
hapiste yine ben....

...

soğukla sevişmiş şehir
terli, ıslak bir koku var havada
yorgun, ürkek damlalar
kışı bırakmış sakince toprağa
güneş durmuş sanki
yeminli her gece batmaya
saatler suskun bugün
dudaklar ağır, gücü yok ayrılmaya
çığ gibi büyüyor sessizlik günbegün
nefes almak yetmiyor yaşamaya
varlığından beri bu beden sürgün
sözler çoğaldı
boşaldı
yitirdi
her şeyi

bugün,
soğukla ürpermiş
sarınmış kendine
yokluğa sığınmış
körpe suskunluğumla
anlamsızım...

15 Şubat 2012 Çarşamba

...

gizil sözcükler yükselir avuçlardan
yokluğa yoklukmuş demek günah
veya sesimizi duyan biri
önemsemiyor güzel düşlerimizi
veya sesimiz kısık, kara
ulaşamıyoruz hayatlara

ölmek seçim olmaz kimseye
ama yaşamamanın tek alternatifiyse
gülmek gerçek olmaz her yüzde
geceden kalma yaşların salamurasında dudaklar

her ölüm bir avuç toprak
her gülüş yarım karış yalan
her gün yeni değil
aynı güneşi bıkkınlıkla doğuran
ne kadar daha şaşırabiliriz
başımıza hep gelen şeylere
bilindik, şaşkınlıktan uzaklarken bu kadar?

peki ne kadar daha inanabiliriz
nefeslerimiz baştan sona buğdan
yaşamayı külfet edinen ruhumuz tükenirken
peki ne kadar daha savunulabilir
var olduğu hissedilen
merhametli bir yaradan?

21 Aralık 2011 Çarşamba

...

ne söylesem seversiniz beni?
ne yapılırki sevilmekle?

ne şiirler yazıldı
toprağa bulanan çürümüş bedenlere
ne aşklar boyandı
kafiyelerin hüznüne.

ne yazsam unutulmaz olur adım?
nem kokan kütüphanelerde.
daha mı az üşürüm mezarımda
adım dile geldiğinde?

içim
benzetmelerden yoksun bir kurulukta
ne yazsam geri getirir kelimelerimi?
düş bahçelerimin savurganlığıyla...

8 Aralık 2011 Perşembe

...

üç harf
ne kadar ağır
ağar ağar kanıyor tan
bu şehir eski bilmediğin kadar
kazdıkça cesetler fışkırıyor topraktan
kül gibi gri hayat
kıpkırmızı yandıktan sonra
alevlerinden soyunmuş çırılçıplak
ölünce utanıyor cesetliğinden insan
göz kapaklarına çiziliyor
milyarlarca düş anbean yılmadan
ve açılıyor gözler mahmur hayata zorlanarak
düşümde bir düş gördüm uçarak
ve ellerim topraklı
ve alnım ıslak
ve gözlerim güneşten kavruk
ve sen uzak
üç harf
ne kadar ağır
ağar ağar ölmektir yaşamak
düşümde bir düş gördüm
gözlerim kapalı
ve gözbebeklerim oynak
ve dudaklarım kurak
ve avuçlarım delik deşik
dikenli güllerle oynamaktan
üzerimde pamuk bir bulut
masal diyarları yumuşaklığında toprak
ağlıyordu yüzüm ıslak ıslak
büyüdüm
ağlayan yüzümü kanayan avuçlarıma banarak...

5 Aralık 2011 Pazartesi

...

kıvrılır gibi yalnızlığa
soğukla içten bir savaş
titrek yağmurunu gözlerin
samimi hıçkırıklar sarsacak
dünya yutar mı insanı
sarılır gibi
açıp kollarını
ve gerçekten yakar mı güneş
ısıtıp avuçlarını
kıyar mı tanelerine karın
yoksa suya mı düşmanlığı?
susar mı sesler
konuşmazsan eğer
kaç kıvrımı var beynin
kaç oktavda yankılanır
artıkları kötü bir şeyin
karanlık derimin altı
peki aydınlık düşleri
nerede saklamalı?

30 Kasım 2011 Çarşamba

...

bıçak gibi aklımdasın,
düşündükçe seni kanıyorum.

bıçak gibi aklımdasın,
yerine koyuyormuş gibi kolayca seni kendime saplamışım
oysa ben kendimi senin kının sanmıştım...

...

yine gecenin üçündeyim
ıslak bir caddeye balıklama dalmak niyetindeyim
görmeyenim, görünmeyenim
söylemeyen, söylenmeyenim
bilmeyen, bilinmeyenim
anlamayan, anlanmayanım
hergün aynı derdin elinde
yine gecenin üçündeyim
ıslak bir caddeye balıklama dalmak niyetindeyim
yüzsüzlük mü, sensizlik mi? karar veremedim...

...

et ve kemik
kanın rengi şaraptan
aşk iki yüzlü şarlatan

küçük hanım çekilin
göremiyorum
gerçekliğin
acılarımın
hüzünlü gözyaşlarımın
hayatımın
sıradanlaşma çabamın
tam önünde duruyorsunuz

küçük hanım çekilin
üzülmeden nasıl yaşanır bilmiyorum
ve size bakarken gülümsemeden duramıyorum...

...

mutlu geçmişlerin bugünlerinde
affedilmez saçmalıklar
herkes bir hikayesi olsun ister
hatalarının özrü için
mazur görebilmek
kendini
affettirebilmek için
yazılır kırık kalplerin kanıyla
hiç yaşanmamış en büyük trajedyalar...

...

gözlerimi örten iki deri ardında
hayatımın tüm izleri palazlanır
saniyeler kadar kısa
yaşamak gibi
ölmek gibi
her nefesi son nefes sanmak gibi
ışıktan vücuduma sinerek saklanan
gözbebeklerim kıpırdanır
huzursuzluğun terli elleri gibi
kabusla düş arasındadır en ince çizgi
her sabah doğan güneşle uyanır
kaybolur kıvrımlarında beynimin
dağılan sis gibi uzaklaşır
yalnız bir göz damlası gerçekliğe taşınır
hayatın ardında bıraktığı tek şey
kurumaya mahkum iziyle
nerede olduğunu anlamaya çalışarak
nereden geldiğini unutarak
her şey gibi
kaybolur...

...

kaybettim
herşeyi
inanadığım, bildiğim
herşeyi
masallarım, düşlerim
gitti
soğuk gerçek denizinde
yitti

kaybettim
herşeyi
gelecek sadece
ölüme kalan süre
kuklaydım
kurtuldum iplerimden
daha anlamlı
daha mutsuz
daha bilgili
daha huysuz
daha erdemli
daha ruhsuz

özgürlüğün bedeli acı çekmekse
verdiği keyif geçiciyse
hala rüzgarlarla sevişebilir mi bedenim?
yorulunca durulur mu
özgürlükte boğulur mu
yalan hayata bağımlı benliğim?..

...

sil gözyaşlarını rüzgarlara
bulutlara sür atını
kapat gözlerini gömül karanlığa
yaşa tüm hayallerini sorgusuzca
senden başka hiç kimse inanmasada
yaşa
tek başına...

1 Kasım 2011 Salı

...

beni beklerken
ıslak tut balıkları ölmesinler
bir gülümseme çal çocuklardan
gençlerden yaşam dilen
ay ışığıyla yıka yüzünü her gece
seni solmuş görmesinler
unutmaya kalkma sakın
zaman ilaç değil çaresizliğe
yaşla dolsa da gözlerin
tuzla zehirlenmiş gözyaşların
dökme verdiğim güllere
ölmesinler...

25 Ekim 2011 Salı

...

korkuyorum sessizliğimin uğultusundan
tükürük bezlerimin hışırdattığı kulaklarımla.
ruhumda, toplu mezarımda yüzlerce ben
her ayrılığın ayrı ayrı öldürdüğü saflığımla,
yemyeşil çimenlerin kökleri delerken cesetimi
toprağın emdiği yağmurlarla
nemli rüzgarsız bir ürperti titretiyor kemiklerimi.

çember gibi içine kapanan bir döngü her gün
üzerinden geçtikçe kalınlaşıyor gün be gün
kapanıyor sımsıkı kendi üzerine
karanlık, karışık, anlamsız bir kördüğüm
ve zorlaşıyor kaçışım,
kaçışım, her gün düşümde gördüğüm

ölmek huzurlu bir uyku değil
ölü gizemli bir yolcu değil
sadece açık büfe aç saprofit ordusuna
öl ve karanlık mezarına gururla eğil...

...

zincirde parlayan güneş
gömleğimden bir halkayı
omuzuma yapıştıran yağmur damlasına inat
ne zamandır karman çorman hayat
ilk fiske vurulmadan önce de dönüyormuydu dünya
bozuk para gibi parmak kalelere doğru yalpalayarak
yavaş yavaş zemine vura vura duracakmı yoksa
hayat diye çaldığım zaman
kim vurdu ilk fiskeyi
kale kimin parmaklarından

gözlerin
gözlerin binlerce kilometre
yol aldım gözlerinde
döne döne

gereksiz artık gitmek
kalmak anlamsız
ne ıssız ne yalnız
ölmek gerek
soğukta donarak
deliksiz ve kansız

öldüysen
gömülmen gerek
utanır insan
ulu orta ölü ölü çürümekten...

...

dalgaların üzerinde
köpüklerin koynunda
yalapşap
çalakalem
yaşandı geçti hayat
acemisiyim sevişmelerin
yüzlerce sikişmeden sonra,
bileklerim ince
boynum ilmek ilmek
hayaller sıkışmış ufak imkansızlıklara,
kontrol edemedin çarkını kaderin

mutluluk elle tutulur kuşbakışında
ama detaylara boğulmaya mahkumuz
huzursuz günlerin batışında...

...

kör faşistin
kör kurşununa
mahzen olunca bedenim
kör adaletin
kör kılıcının bilendiği
kolpa terazesinde tartılmayacak günahlarım.
eğer bir ağırlığı varsa günahla sevabın
kuş gibi kanatlandırmayacak
vicdanımı imanım.
ya inandığım yalanları söylersem,
ya meşru müdafaadan kendimi öldürürsem?
yemin etsem başım ağrımaz mahşerde
valla desem
billa desem
ben vurmasam vuracaktım beni
tilla desem
ucu üç üçgen sopalı zebanilerin
insan yakıtlı cehenneminden
yırtar mıyım?..

...

zaman öğretti
derde bağımlı insan
mululuklar yalan.
anladım,
yalnızlık zemini hayatın
insanlar figüran.

son cephedeyiz artık
başladığı gibi bitecek zaman
elimizde koca bir hiç bırakacak
milyarlarca sıradan yaşam

zaman öğretti
her adımımız çatlak buzdan.
anladım,
yarınlar yalan
sonsuz hayalleri barındıran,
dünler eski
elle tutulmazki pişmanlıklar.

zaman öğretti
tüm insanlar sıradan
unutur, unutulurlar...

...

gece bir patika gözlerin
ıslak toprak yumuşaklığında
parmak izlerim adımlı
ruhunun körpe yolluğunda.

gem vurulmuş ruhumun
hayal kusan dudaklarına.

ne kadar sevimli olur bir çocuk
bedeni ruhundan soyulunca.
ya kıyamazsak gömmeye
sevdiklerimizin cesetlerini
çürümüş et kokusu kaplarsa
yıkık köhne ciğerlerimizi.

ölsen, kıyıp gömemezsem seni
yaşasan, kıyıp sevemezsem
duraksama,
kaç.

yokluğun konsolosluğuyum ben
avrupanın bakımlı topraklarında
sefil afrika ülkelerinden birine aittir aslım.
yaşadığım hayatla,
sahip olduğum eşyayla,
benliğimin beynindeki silüeti
bedenimle,
yok bir şeylerin temsilcisiyim.
izin yok içeri girmeye
bir şey yok içeride.

bak gözlerime
dikkatlice,
gördüğün ıssızlık;
içimde katledilmiş devrimci çocuk düşlerimin toplu mezarıdır
yalnızlık dersin sen ona,
sevmekten korkmaktır çevrendeki adı.

yalnızlık; portakalın soyulup çöpe atılmış kabuğudur
soy ve çöpe at sonsuzluğumu
korktuğum sevgimi de al
yalnızlığım sunağında kan revan
peki ya gözlerim
peki ya gözlerin
peki ya
peki...

...

sevimli bir bebektim başlangıçta
hayat iğrençleştirdi beni zamanla

her insan gibi doğarken kafamı soktuğum
hayatın
siktiği ruhumun rahminde
piç bir umut peydahlanmakta
karamsar
özenti
sorumsuz
yalancı
yalnız
yanlış
beceriksiz
pençeleri zayıf
gözleri miyop
hayırsız benliğimin
bozulduysa aguyla başlayan dili
affedin
ama ölürken de başaşağı gömünki beni
son bir kez daha
kafam girsin böyle hayata...

...

sessiz
gösterişsiz
boynu bükük
coşkudan mahrum
yalnızlığın ne ilk ne son zaferi
ayrılık

sözcüklerle bezenmiş köhne hapis
buruk dudaklarla tatsız nemli özgürlük
yol ayrımlarında pişmanlıklar biriktiren yolculuk
her şeye rağmen
her şeyin sonunda
her şeyin ta kendisi
tanrının varoluş hali
yalnızlık

her ayrılık bir yalnızlık zaferidir aslında
ve kazanan bile harap, üzgün bu savaşta...

...

düştümü damla suya
büyümek zorunda şeffaf halka
yavaş yavaş
kaybolmaya

tahta atım
mendil tabancam
oyuncak dünyam
üzgünüm
ben artık büyüdüm...

...

uykusuz gecelerin şarap kokan balgamı tütüyor boğazımda
ağlamanın yabancısı gözlerim kusuyor çapak çapak
bedenim ruhumdan daha cefakar
yanıyor ellerim, sağ dizimde bir sızı
göğüs kafesine hapsolmadı aşk hiç bir zaman
parmak uçlarım dumanda gezmekten sarı
şahitsiz geçiyor koca bir hayat...

...

kocaman kelimeler var midemde
büyük harflerle bağırmak istiyorum,
kocaman artık öfkem
küçük harflerle büyüye büyüye.
önce sus ve dinle
çekinme yaşadıklarından bak geriye
korkma başına geleceklerden
uzat o masum başını ileriye
sonra kus birikenleri tek seferde
saklanmak için kazdığın siper
mezarın olmadan önce...

...

yalnızlık korkuturken
denemeler yıpratır ruhu
ne kadar çabalarsan
o kadar birikir tükenmişlik içinde
korku ecele çaredir bazen
ecelse korkuya pervane
çabalamak yorar insanı
kararsızlık tüketir
ama istisnalar baki bende
ve tüm aşklarım ayrılığa gebe...

6 Ekim 2011 Perşembe

...

sözün bittiği yerler yerim oldu hep
çıkmaz sokaktan çok
bira solunan sakin sahil gibi
önünde uzanan bir deniz
arkanda sözlerden şehirler
ileriye doğru lodoslu sert bakış

korku sıvı
öfke keskin kokulu
çaresizlikse gaz bulutu

yaşamak ölmek kadar kolay olmuşsa
söylenecek söz kalmamıştır
sözün bittiği yerlerde
dostlara adres sorulmaz
sözlerin kalmadığı bir hayattaysa
anlam eser miktarda vardır
ama bulunmaz...

24 Temmuz 2011 Pazar

...

büyük büyük
büyük büyük
büyük büyük
ninem
arabamda sıvı
damıtılmış
ve büyük büyük
büyük büyük
büyük büyük
dedem
parmağında sevdiğimin
parlak ve pahalı
bir gün bir anlam bulursa bizi
göreceğiz
hayallerimizin gerçekten
tanrının mizah anlayışı olduğunu...

diriliş

güneş topladığı tozla örtmüştü üstünü
ve silkindi mezar sandığı oyun havuzundan çıkarak
yumuşak sözleri acınası geldi kendi kulağına
şimdi diriliş zamanı
gerçek yolculuğu yeni başlıyor daha
ölmek için uzun bir yol var önünde
ve mızmızlanmaların kaybettirdiği zamana küfürleriyle
gel yolcu
katıl
hep beraber yürüyelim ölüme
ağır ağır
sert ve özgür
uğruna yaşayacak bir şeyler bul ve gel

çünkü özlenen ölüm
uğrunda yaşamaya bile değer...

18 Aralık 2009 Cuma

...

gel
susmadan dualarım
sırat köprüsünden geçiyorum daha ölmeden
acıdan beter
azaptan elem
merhameti inandırıcı gelmiyor tanrının
sen bana gelmeden

gel
son duam
susmadan fısıltıya dönüşen haykırışlarım
açılmış ellerimi topraklar örtmeden
içim can çekişiyor hala
gel
ölmeden...

21 Ekim 2009 Çarşamba

...

yıllarla birikmiş tüm kayıplarımın
açık yaralarının üzerine örtünmüş
kabuk bağlamış yalnızlığımı söküp
merhem gibi uzandın boylu boyunca
sonra
zımparayla kazıdın kendini hunharca
eskisinden daha derin yaramdan
bir anda
ve artık kalmadı kanım
pıhtılaşıp kapanmaz bu yalnızlığım...

çok acı
farkında bile değilsin aslında bana ne yaptığının...

6 Eylül 2009 Pazar

...

hala düşlerim senin
hala senin tek bir sözünle gerçekleşebilir...

artık
sana karşı
tüm dünyaya karşı bir aşk bu
dualara uzanıyor
kirli ellerim
her şeye rağmen
tek başıma
ya bu dünyayı yenip
fethedeceğim
ya da
teslim olmadan
savaşıp sonuna kadar
öleceğim

yine çift kişilik sevmelerim
haklılığımı ispatlıyor
pişmanlıklarla yüklenmiş geçmişim
bu sefer başka
bu sefer
pes etmeyeceğim...

25 Ağustos 2009 Salı

...

tek ihtimalli bir insanın hikayesi bu
ikinci bir şansı olmayan
yüreğinin son çırpınışıyla aşkı bulmuş
kaybederse yenisi olmayan

tek ihtimalli bir insanın hikayesi bu
yaşamla ölüm arasında gerilmiş ipi
denge kurmaya çalışarak
yeşil örtü üzerinde sapsarı ayçiçek tarlalarına
son gücüyle varmaya çalışan yalpalayarak

tek ihtimalli bir insanın hikayesi bu
ikinci bir şansı olmayan
yorgun bedeni savaşmaya hazır uğruna
ama kaybetmeye gücü olmayan
sonu başkasının dudaklarında yazılan
tek ihtimalli bir insanın hikayesi bu...

24 Ağustos 2009 Pazartesi

...

sevmeye rağmenlerin olsun
rağmen sevmeler yerine
göre göre
bile bile
herşeye rağmen kal, sakın gitme...

...

boğuluyorum
biraz nefes
bir güzel haber
bir gelsen
bahar olacak
duman kaplı
katran ciğerler

kusuyorum
biraz ekmek
bir güzel haber
bir gelsen
ziyafetlerde doymayacak
bir bardak suyu bile
fazla gören midem

ölüyorum
biraz nefes
biraz ekmek
biraz su
bir gelsen
yeniden dirilecek
ölüme çağrı yapan
bu titrek beden

boğuluyorum
biraz nefes
bir güzel haber
bir gelsen...

...

ben yoktum
varmış gibi dolaştım dünyada
ellerim titrerdi
günde üç paket sigara
midem boşuna iflas etmedi
açlığa bağımlılıkta

bir yanım hep boştu benim
kimi koyduysam dolmadı
biçimsiz kaldı boşluklarıma
battı acıttı

ben yoktum
oku dediler okudum
çalış dediler çalıştım
gül dediler güldüm

gülüşlerimin uçları keskindi
gamzelerimi oydu
asılı kalır batardı yokluğuma
kirpiklerim
göz yaşlarıyla sulandı geceleri
ondan bu kadar uzun ve keskin
düşsüzlüğümle bilendi hayata
kapandıkça gözlerim

ben yoktum
sev dediler sevdim
sev dememi beklediler
gittim
çünkü ben
sevemez sevilemezim diye bilirdim

ben yoktum
bir yanım hep boşluk
hayat bir geri sayımdı
cennete kandırarak kendimi
kaç kere düşledim
şakaklarımda bir namlu serinliğini
kırmızı sıcak küvette kesik bileklerimi
avuçlarıma dokundu ilaçlar saatlerce
avuç avuç düşledim ölümü
sebebim yoktu
ne yaşamaya,
ne ölmeye
durdum.

sen geldin
sarılmak sana, ellerini tutmak
saçlarını yüzdürmek dudaklarımda
tamamladın beni
ve ilk defa nefes aldığımı hissettim kollarında
sen geldin
ben var oldum
diyorsun ya bana
benden sonra ne değişecek ki hayatında
sen düşlerim oldun
sebeplerim oldun
yaşamaya
ölmeye
senden önce kimse için göze alamazdım
yaşamayı doyasıya
veya
ölmeyi umarsızca...

23 Ağustos 2009 Pazar

...

düşündüm
gitmeyi
geride bırakıp seni...

ruhum parça parça koptu tenimden
bildiğim tüm acıları tattım teker teker
hiç biri bu kadar yoğun gelmemişti
geleceği düşlemeye çalıştım sensiz ve güzel
senden başka düşüm kalmamışki

kalbimin atışı yavaşladı birden
nefes
biraz nefes almalıyım
kokun tenimde
saçların yüzümde hala

düşündüm
gitmeyi
geride bırakıp seni
yüklerim zaten ağır
ölmek hiç bu kadar tatlı gelmemişti

şiirlerim biter ardından yazamam tek bir satır
göz yaşlarım kurur
içim susar
yaşamaya mecbur kalsa da bedenim
karşıdan karşıya geçerken sağa sola bakmaz gözlerim

kitaplar kör olur
filmler dilsiz
şarkılar sağır
sadece
nefes alırım,
gerisi ölüm
sensizlik kabir azabım...

düşündüm
gitmeyi
geride bırakıp seni
sadece düşündüm senden vazgeçmeyi
öldüm
nasıl vazgeçerimki senden
düşünmesi bile öldürürken?

hayatımı anlamlandırmak için son kurşunumsun sen
gidersen
düşman elinde ölüme mahkum
veya ölmeyi yeğletecek işkenceler kalır
gidersen
tek umudum ölmek olur senin elinden...

...

dalga dalga geliyor hayat
bir de sen vurma
denizin ortasında kapkaranlık
sadece senin ışığın engel kaybolmaya
kapatma gözlerini
susma
boğulurum bu ıssız sularda
denizim
deniz fenerim
hırçın dalgaların hoyratlığıyla
bir de sen vurma
boğulurum yıpranmış gemimin
köhne yoksulluğunda

yıldızların içinden
bir sen parlak
bir sen varsın
uğruna yaşanacak...

22 Ağustos 2009 Cumartesi

...

aldatmak aldanmaktır aslında
imzasıdır sevginin bitişinin
aldatan geri dönse de pişmanlıkla
aldatmışlığı bırakmaz gözlerini suçlulukla
ve korkusunun gölgesi kaplar zamanı umarsızca

soru işaretleri cevaplardan daha iyidir
bazen.
bilinmezlikler alışkanlıklardan daha iyidir
varsayımlar gerçeklerden daha hafiftir
kalbimi sıkan yumruktan daha zariftir

hayatın metresiyiz
aldatılmak
aldatmak
aldanmak
seçim değil

hataların bedelini ödemek
ve zor olsa da gidebilmek
aldattığından.
yeni bir sayfa açmak
ve yeni bir sayfa bırakmak geride
tüm yargılara rağmen
kabullenip aşkı
aşka doğru koşmak
ölümüne...

üçüncü yol bırakmaz bazen hayat
sevdiklerimizi acıtmak
veya
sevdiklerimizden acımaktan başka...

21 Ağustos 2009 Cuma

...

başını gömersen
geçmişin sularına boğulursun
kaldır başını bak ufka
ne kadar parlak güneş

dünler geçti ve bitti
hatalarımız bileklerimizde pranga
bugün karışık akıllarımız
ne varki elimizde gelecekten başka

herkes öder bedelini günahlarının
tek tarafa yüklenemez bedelleri
ortak günahların

kaldır başını bak ufka
ne kadar parlak güneş
haykırıyor özgürlüğü her sabah

gel benimle
bilinmezliğe kaçalım
tüm pişmanlıklarımızı
aşkımızda boğalım

gitme
vur
öldür beni
sen bilemezsin
hissizliğin katlanılmaz zehrini

sensiz bir günümü yaşayamazsın
kaldırmaz yüreğin
ve sen bana
söküp tüm umutlarımı ruhumdan
hislerimi yok edip
dalgınlıkla kesilen elinin
kıpkırmızı kanına acıyı hissetmeden
boş boş bakan
her gece ölüme duayla yatan
eski halime
dön diyorsun

umutsuz bedenime
seninle bir geleceğin
parlak umutlarını ekip
bunun uğruna bilip bilmediğin
onlarca fedakarlığımla
sana yepyeni yarınlar hazırlarken
benim ellerimden çıkma
yanlış bir bahaneyle
benim ellerimi bırakıp gitmeye
ayrılıktan beter pimanlıklarla
beni acıtıp üzmeye meylediyorsun

gitme
ölümden beter olur yokluğun
her gece kapadığında gözlerini
ya da yıldızlara açtığında
arkanda bıraktığın enkazım gelir aklına
göz yaşlarım ıslatır gülüşlerini
edemediğim ahlarım tutar
zorluklarsa seni yıldıran
her zorun daha zoru var

gel benimle
bilinmezliğe kaçalım
tüm pişmanlıklarımızı
aşkımızda boğalım

gitme
vur öldür beni
sen bilemezsin
aşkın yokluğunda
yalnızlığın kasvetini
suçsuz cezaların kahreden gecelerini

gitme
vur öldür beni
aksın kanlar şakaklarımdan
katalizör değil insanoğlu
sağ çıksın yalnız kalan
üç kişilik aşlardan...

20 Ağustos 2009 Perşembe

...

korkuyorum
gidersen affedemem seni
gidişinle günaha bulanır ellerim
günahlarımın savunması sevgimde kalmaz geriye
nefret ederim kendimden
nefret edersin benden
nefret ederler senden
korkuyorum
sözlerin mahşer
gidersen
kurulur cehennem...

17 Ağustos 2009 Pazartesi

...

gözlerin
bir çift kutup yıldızı
yönümü şaşırdığım hayatta
gözlerin gösterdi mutluluğun var olduğunu

sözlerin gül
sözlerin hançer
sözlerin mahşer

gözlerine çevirdim gemimi
sözlerin rüzgarı yelkenimin
susarsan
kaskatıyım, nefessiz
kaparsan gözlerini
kaybolurum hiçliğin ortasında
ellerine bıraktım yarınlarımı
çaresiz

sözlerin
ya gül
ya hançer
sözlerin mahşer
sözlerin ya cennet bana bu dünyada
ya da ebedi cehennem...

...

üzmek
üzülmek
kaybetme korkaklığımın hoyratlığı bu
alternatifsiz çareşizliğimin
ellerinde duruyor boynum
sarıl
veya sık son nefesime kadar

yalnızlığım kışkırtıyor aklımı
bilinmezliklerin sisinde
vageçebilme ihtimalinin
dayanılmaz korkusunun hırçınlığı bu

özür dilerim
bu kadar üzmeye nasıl el verdiki yüreğim
korkuyorum
senin korkularının toplamından daha fazla
sensizlik korkum
zaman
zaman
zaman
sonunda senin olacağın zamanlar kabulüm
ama ufak bir ihtimalde olsa
geleceğimde toplu iğne başı kadar bile sensizlik
korkutuyor
ölesiye

korkudan titrerken yüreğim tut ellerimi
dudakların fısıldasın sevgini
korkularımı söndürmek için
bir muma üfler gibi...

13 Ağustos 2009 Perşembe

...

yirmi dokuz harf
bir sevgili
mısraların sonu gelir mi?
içimde bu kadar büyükken sevgi
ardı sıra üşüşüyor aşk sözcükleri
susmak yok
haykırmak zamanı şimdi...

...

gece karanlık
ay kıskanç
ışıldıyor tüm yıldızları saklayarak
sadece kutup yıldızını bırakıyor geriye
kıyamayarak

sokak lambaları
evlerin ışıkları
neon tabelalar
araba farları
tüm yıldızlar pes ediyor
sadece ay ve kutup yıldızı
tüm güçleriyle direniyor
ve her şeye rağmen parlıyor
tüm şehire inat
tüm insanlığa inat
karanlığa ve ışıklara inat
beraber gökyüzünde
aşklarını haykırıyor...

10 Ağustos 2009 Pazartesi

...

haykırıyorum ismini her gece
kımıldamadan dudaklarım
sessizce
çığlık çığlık içim
her nefesim isminden bir hece
ürperiyor meleklerin kanatları
duydukça sessiz haykırışlarımı
sensiz karanlıkta ince ince

dualar yolluyorum gökyüzüne
ve bir önceki geceden kalmış
yere düşen dualarımı topluyorum
avuçlarımla
yüzüme sürüyorum
alın yazım olsunlar diye

gözlerim uykuya kapandığında
yanımda sen
yanında ben
nefesin dokunuyor nefesime
mesafelere rağmen...

9 Ağustos 2009 Pazar

...

masumiyet
doğduğumuzda kaybettiğimiz
ilk ağlayışımızla hayata
günahlara bulanır insan yaşadıkça
hataların tek savunusu var
cehennem kapısının aralığında
aşk
sırlarımızın mazeret olduğu doğrularla

kalmak
katlanmak
kolay
vicdanı kandırır insanı hatalara
çoğu zaman

fedakarlık aslında
sırlarımızı alıp acıtmadan
yanlış sularda çırpınmak yerine
doğru denizlere yelken açıp kaçmakta
bahaneler bunun için vardır ayrılıklarda

kirli bir sayfayı karalamak
karalanmış bir sayfayı izsiz bırakmak
yolu yok
yaşanabilir mi paramparça dağılmış hayatlar
görünmez kırık cam parçalarına basmadan?

yeniden başlamak gerek bazen
belirsizliğinden korkmamak geleceğin
derin bir nefes kapalı gözlerin
korkutsada atlamak gerek bazen
herşeyi göze alarak
hala seni tutacak biri varken...

...


6 Ağustos 2009 Perşembe

...

tenin ıssız koyların sakin denizi
nefesin gün batımının sakin meltemi
gözlerin ruhumun uysallaştıran efendisi
dudakların yunuslarn uzun nefesi

sen
ben
geride kalana kalmaz nefes

öldürmeden birimizi
geride bırakamayız
öznesi kalan yarım cümlelere
sığamayacak kadar anlamlıyız...

3 Ağustos 2009 Pazartesi

...

gecenin süsü yıldızlar gibi
karanlığımda gözlerin
körebe oynuyorum hayatla
ellerin yönümü bulan ellerim
seninle dokunuyorum
düşlerimden gerçeğe damlayanlara
hadi herkese inat buluşsun dudaklarımız
hadi herşeye inat kavuşsun yalnızlıklarımız
sırılsıklam ıslansın gerçeğimiz
sağnak düş yağmurlarımızla...

...

kışın ardından gelir bahar her zaman
hasrettir çiçeklere
kışı yaşamaya korkanlar
doğrular zordur yanlışlar kolay
bu yüzden uyar şeytana insan
ve bu yüzden cehennemdir korkaklara hayat
tanrı affetmez suçsuzları terkedenleri
yeryüzündeki aleve
korku mazeret değildir hiç bir şeye
sevmekse yeter aklanmaya
herşeye...

2 Ağustos 2009 Pazar

...

çekiliyor kanım gözlerimden
ellerim güçsüzleşiyor
uğruna savaşacak gücüm varken
kaybetmeye gücüm kalmadı artık
bu hayatta çok şey kaybettim ben

midem sensizliğe isyan açlık grevinde
ciğerlerim nefes almakta ürkek
tereddüt ediyor kalbim atarken
asırdan uzun geçiyor uykusuz günlerim
galiba bırakırsan beni
kendimi öldürmeme gerek kalmadan
pes edecek amaçsız, anlamsız bedenim...

30 Temmuz 2009 Perşembe

...

işkence gibi yaşamak
nefes almak zor
sürekli uyumak istiyorum
ve uyku haram gözlerime
tüm hayallerim paramparça
gelecekten isteğim yok
bomboşum seni çıkarınca
hemde ne uğruna

yalandanda olsa gülümseyemiyorum
göz yaşım çıkmıyor artık
ağladığımda
oysa yanımda olmanı
gülüşlerimden
besteler yapmayı dilerdim sana
veya giderken
kapatmayı tüm yollarını gözyaşlarımla
içim yok
ruhum ölü
hayat anlamsız yokluğunda

ellerimi ellerine verdim
içimde kalan son çocuksuluğumla
gözlerimi gözlerine verdim
içimdeki son güven damlasıyla
konuşamıyorum titriyor sesim
göz yaşım çıkmıyor artık
ağladığımda
bildiğim gibi değil bu sefer
ilk defa hayatımda
hayallerim yok
düşlerimi de götürüyorsun yanında
ve sana yazacağım tüm şiirleri

mutluluğa yaklaştım ilk defa
dokundum
kanatarak söküyorsun şimdi içimden
yalnız, kimsesiz ve anlamsızım
hem de ne uğruna

suçsuzum ama cezalıyım hayata
sen veya ölüm
tek dileğim bu şu anda...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

...

iki yüzü vardır aşkın
korkaklara esaret
göze alabilene cennet bahçesi

dikenli sapın ucundaki güle yürürken
bırak kanasın ellerin
acısın aşk uğruna günlerin
zaman yıkar geçer
herşeyi
bırakmaz geriye acıları bile

kendi hayatları yetmiyor kimseye
hayata sanık insan
herkes yargıç sevdiklerine

suçluysan ortağınım
suç ortağım
cezamız müebbetse birlikte
seve seve katlanırım...

16 Temmuz 2009 Perşembe

...

bir koza örüyoruz etrafımıza,
acılardan, mutluluklardan,
mecburiyetlerden, sorumluluklardan,
korkulardan, gerçeklerden, yalanlardan
bir koza örüyoruz ellerimizle yıllarca uğraşarak
ve kelebek olma zamanımız gelince kıyamıyoruz emeğimize,
korkuyoruz veya alışıyoruz güzelliğimizi örten bu ipek örtüye,
parçalayıp atamıyoruz kendimizi özğürlüğe,
tüm değerimizi,
tüm güzelliğimizi
içinde çürüttüğümüz kozaya dönüştüyor hayatımız,

ne kadar güzel ve değerlisin bir bilsen,
kozandan çıkıp rengarenk kanatlarını bir görebilsen.
uçulacak o kadar çok yer varki
ve kanat çırpışlarınla beslenecek rüzgarlar
ve koskoca bir dünya var etrafımızda,
içindeyken güzel, güvenli ve yaşanabilir olan kozamız
bir gün işi bittiği için çürüyüp yok olunca
ya şaşkın bir kelebek olacağız
uyuşmuş kanatlarımızla uçmayı beceremeyen ,
ya da mutsuz bir kelebek olacağız
kalan ömürümüzü kaçırdıklarımıza yetiremeyeceğimizden...

...

o kadar büyüksün ki düşlerimde
o kadar güçlü ki
ve bir o kadar yalnız ki sevgin gönlümde
dünyayı ters çeviririm
saçının bir teli düşmesin yere diye...

...

var mıdır yeryüzünde
gömmemi istediğin aşkımın
üzerini örtmeye yetecek kadar toprak?
yok mudur
sihirli bir kelime
mucizeleri oldurup aklını tekrar karıştıracak?
var mıdır?
yok mudur?
bir varmış bir yokmuş derler
yokmuşların çokmuşta
kalmadı mı varmışlar sende?
biraz,
bana kadar?..

...

yanlış suların yalnız korsanıyım
derin gözlerine demir attım
fırtınalı limanların sakin seyyahıyım
buz gibi ellerine kalbimde ateş yaktım
pusulasız, yıldızsız, dümensiz gidiyorum
beynimin milyonlarca kıvrımının hepsinde sen varsın
doğrularım belirsiz, sadece seni biliyorum

yanlış suların yalnız korsanıyım
yanlış limanlarda batık hayatım
kapkara yosunlarla örtülü gözlerim
küreklerim kemikten
sisler, sigara dumanım
iki gözü de gören, derbeder
yanlış suların yalnız korsanıyım
gel alabora olalım beraber...

...

başka hiçbir şey kalbi
aşkın yokluğu kadar boşaltamaz,

üç noktalı sonların
tek noktalı cümlelerin
milyonların içindeki bir nokta kadar dünya
ve noktanın milyarlarca noktasından birisin aslında

yaşamak alışmaklar bütünüdür
sana alışırsam bir gün ölürüm
alışır herkes her zorluğa
ama alışmak imkansız sensiz bir hayata

zamanın göz kırpmasından kısa hayatımız
gel aşkım
bu zamana birlikte göz kırpalım
günlerin uzun yılların kısa olduğu
ayrı iki aşık gibi hayatın dişlilerinde harcanmayalım

tüm tanıdıklarım
tüm tanıdıkların hakim
biz sanık
suç ortağım
cezamız neyse
seninle birlikte çekmeye razıyım

sabahında cehennem ateşinde kavrulsamda
senin gözlerinde biten her gün kabulüm...

14 Temmuz 2009 Salı

...

uzun zaman önceydi
ergen hoyratlığın bu bedeni terkedişi
sevmek kolay değil artık
ve uçucu değil aşklar eskisi gibi

son noktam
senden sonra bu kadar sevebilirmiyim birini?
senden sonra bu kadar sevebilirmi biri beni?
bak etrafına, kaç kişi var
senin beni, benim seni sevdiğim gibi seven?

senden sonra bu kadar denk gelebilirmi sevgi?
denk gelse bile
güvenmek kolay mı senden sonra?
yalnızlığa mahkum olmaz mı bedenim
senden sonra
gerçekten ölmez miyim?

son noktam
hayatım
canım
her şeyim
gerçekten
beni bu ıssızlığa terkedebilir mi yüreğin?

12 Temmuz 2009 Pazar

...

sensiz hiç bir şey yapmak istemiyor canım
ve sensiz hiç bir şey yapmıyorum
boğuyor beni sensizlikler
marmara kıyılarında boş sohbetler
parlak gün ışığında rüzgarlı yürüyüşler
sohbetler, düşünceler, hayaller
olmuyor
sensiz nefes almak bile zor gelirken

ölünür mü sensizlikten?
ya da ölüm daha mı kötüdür sensiz bir ömürden?

gel,
ruhum henüz ölmemişken...

2 Temmuz 2009 Perşembe

...

yemekten sonra güzel bir tatlı
yaz akşamı yürüşlerinde
serin bir dondurma
gibi değil
susamış çocuklar gibi
kana kana
istiyorum seni

kaldır başını
sil göz yaşını
topla kendini
kapat gözlerini
derin bir nefes al
ardında bırak herşeyi
düşünme
at kendini
geleceğe
benimle

parlak bir gelecek uzanıyorken önümüzde
gölgelere sığınarak yaşamak niye?
tüm karanlık korkuların
ışığıyım
ışığısın
senin
benim
bizim.
bu kadar güzelken yarınlar
nasıl vazgeçerki insan
ve niye?

kapat gözlerini
derin bir nefes al
ardında bırak herşeyi
kopar geçmişinin
seni tutan ipini
at kendini
geleceğe
benimle

27 Haziran 2009 Cumartesi

...

sensiz
bir gün
bir asır

bir gül
düşlerim ışıldasın
rüyada gibi
havada yürüdüğüm
yarı uykulu günlerimde
nefesinle yükselsin
yerden kesilen ayaklarım
beni saran bedeninde
dinlensin ruhum
uçsun yorgunluğum
yok olsun huysuzluğum


sen
en büyük umudum
en büyük korkum
gülüşlerim
göz yaşlarım
küsüşlerim
suskunluğum
sözlerim

sen
en gerçek düşüm
en düş gerçeğim

13 Haziran 2009 Cumartesi

...

bekliyorum
sessiz, çığlık çığlığa
seninle ve sensiz
aslında şu özlemek olmasa
ya da aşk özlemektir aslında
vazgeçtim vazgeçmekten
ellerin ellerimin
gözlerim gözlerinin
seni seviyorum
daha önce
kaç kere söylendiği
sana
kaç kere söylediğim
veya dünya üzerinde kaç kere söylendiği
umrumda değil
seni seviyorum
her gün ilk kez söyler gibi fısıldayarak kulağına
her gün yeniden severek
her gün yeniden
seviyorum...

5 Haziran 2009 Cuma

...

ayrılık
yalnızlığın görkemsiz zaferi
aptalca korkularımın esaretinde
bu güneş, bu deniz, bu yeşil
bir daha nasıl güzel görünebilir?
sadece bir cümle gerek
cesaret için
düştüğümde tutacak bir el
düştüğünde tutabileceğim bir el
zorluklara rağmen
mutluluğa ulaşacağını bilmek

ayrılık
ilk saniyesinden başlayarak kavurur pişmanlıkla
bu güneş, bu deniz, bu yeşil
bir daha nasıl güzel görünebilir?
sadece bir cümle gerek
cesaret için
yıpranmış korkularımı yok etmek
yeniden inanabilmek için

bu kadar yanlışsa
neden gözlerim kuru değil ardından
neden göğüs kafesimi boğuyor pişmalıklar
ve neden anlamsızlaştı bütün dünya

sadece bir cümle gerek
ve yeniden inanmak...

2 Haziran 2009 Salı

...

bugün
gözbebeklerine beşik yaptım gözlerimi
sigaramdan bir duman üfledim gökyüzüne
tütsülensin yıldızlar diye
rüzgara fısıldadım adını sessizce;

bugün;
gözlerinden eski yıllarının tortusu süzülürken
gamzelerin gülümseyişlerden uzak
kaybolmaya yüz tutmuşken;
rüzgarın elleri dolaşsın gece saçlarında
melekler kanat çırpıp geçsin yanından
kuşların gölgesi dökülsün omuzlarından
yeni bakışlarının önünde
yarınlarında, dünlerinde,
ama en çok bugünlerinde mutlu ol.
yıkılmış hayallerinin enkazından
kendine yepyeni hayaller kur.

her yeni yaşında yeniden başla hayata
her yeni yaşında yeniden mutlu ol...

12 Mayıs 2009 Salı

...

sabahın kör vaktinde
yarı uyanık,
tadı damakta tatlı bir düş takılı
açılmakta zorlanan göz kapaklarıma,
yatağımdaki boşluk bedenimden büyük,
boğazımda bir düğüm,
ilmek ilmek gerçek dolanmış boynuma,
ipleri başkalarının elinde bir hayata uyanıp.
mutluluk ve hüzün arası bir göz kapağı mesafesi aralık
soru işaretleri cevapsız, bulanık
aşk için yapılmazsa en büyük fedakarlıklar
nedir yaşamı anlamlı kılacak tanım?

30 Nisan 2009 Perşembe

...

tenine değsem tutamam kendimi ölürüm
dudakların dokunsa dudaklarıma
çekilmiş kanımın soğukluğundan üşürsün
seni seviyorum demeye yetmez kalbim
nefesim kesilir susarım gücenirsin
sen ölümümsün
kalarak yavaş yavaş
giderek bir anda beni öldürebilirsin
ama sen,
bu hayatta beni öldüren herşeyin en güzelisin...

28 Nisan 2009 Salı

...

gitme vakti
yarım inancımda gizlenen saklı maviliğe
son nefesin ciğerlerime misafirliğiyle
sessiz, sedasız, törensiz gitmeli
bedenim ham maddesine.

yaşamın bedelini ödedi bu yürek
mutluluk peşinde çırpınarak
başkalarının hatalarıyla mahkum
başkalarının ölümleriyle mahsun
yorgun, cesur
hatalarla dolu onuruyla
başkalarının korkularının karanlığına
kapatıp gözlerini
nabzın geri sayımında yok olmalı
hiç var olmamış gibi.

aşkı unutmaya çalışıp
hissizleşerek avutmama izin vermeden kendimi
vurun beni
yalnız başına kaldıramayacak kadar büyük bu sevgi
git diyorsa düşleri, gerçekleri
çırılçıplak, soğuk yalnızlığa bu ağır yükle dönmektense
kaybedilişi başlangıcında saklı bu savaşta
vurun beni
bacağı kırılmış mazlum bir at gibi.

aşkın gölgesinde ölümü düşlerken insan
hayat ve ön yargılar
ne kadar anlamsız ve kırılgan
sıcak kurşunun şakağa dokunduğu an
bir çığlık kopacak derinden
"durun!
vazgeçtiklerimizi yapmak aslında çok kolay..."
ama barut tozunun önü sıra koşan ölüm körkütük sağır
geçip gidecek en saf düşleri yakarak, durmadan...

25 Nisan 2009 Cumartesi

...

bir yumruk var midemde
beynimde binbir soru
gönlüm razı gelmez
seni bir ömür mutsuzluğa terk etmeye

ellerim bağlı,
göz kapaklarım yok,
içimde bir yer kanıyor
yokluğunun bilinmezliğinde,

senin kokuna büründü dünya,
ellerin olmadan eksik ellerim,
göz kapaklarıma çizildi gözlerin,
düşlerim senden ibaret
gülüşlerim, küsüşlerim.
yalnızlığın en ıssız halindeyim
özledim çok
çaresizim...

15 Nisan 2009 Çarşamba

...

sakin bir kumsalda
sessizce fısıldananları taşıyan
ılık rüzgar gibi
dokunuyor tenin tenime
öpmek yetmiyor
yutmak istiyorum dudaklarını
bulanıklaşıyor hayat
derin, masum gözlerinde

son hız geliyorum sana doğru
çıkmaz bir sokak olduğunu bile bile
duvarın ardını düşlüyorum
çarpışmanın öncesinde
korkudan kapanan gözlerimle...

...

bir nefes kadar aşk
ne eksik ne fazla
yağmur damlasının hayatı gibi
gökyüzünden betona
hızlı ve kısa...

23 Mart 2009 Pazartesi

...

ben kimseye böyle güzel bakmamıştım hiç
kimseye böyle derin sarılmamıştı sessizliğim
içimde bir fırtına palazlanırken
zincirlere vuruldu yasaklarla bedenim
sözlerim gursakta mahkum
ellerim ceplerimde esir
gözlerim ele verir ruhumu
ben kimseye böyle deli bakmamıştım hiç

açılsa gülümserken kirpiklerinin gölgesinde
taze pazar güneşiyle mahmur gözlerin,
ellerimde erise soğuk ellerin,
yanımda,
bir nefes kadar uzak dudakların,
telaşsız, masum, korkusuzca örtünsek geceye
ve yağmur damlaları düşse ürkekliğimize
yanlış zamanlara yüklesek pişmanlıklarımızı
aklasak kendimizi
tenha bir cumartesi,
ilk ışıklarıyla
güneşin
son nefesine değin...

29 Mayıs 2008 Perşembe

...

şehir ışıkları yıldızları katlederken,
araba kornalarında sağırlaşan rüzgar
iki tarafı bilenmiş bıçak gibi keskin ıslak yanaklarda,
gündüze değmek için eğilirken gece,
uykusuz gözlere eziyet gibi gökyüzü
güneş mahmur ışıklarını bulutlarda gezdirmeye çıkarınca,
bütün şehir yıkık hayaller enkazı
çakılmış paslı bir mutsuzluk avuçlarına,
ölüm kokuyor,
küfür gibi
yokluğun,
kalp en fazla kaç parçaya bölünür?
ve kaç kere kırılabilir toplamda
bir hayat boyunca?
tuzla buz olan kalpten sızan kan
neresinde saklanır
leş gibi inat eden yaşamın ölüme uzaklığında?..

11 Mayıs 2008 Pazar

...

hep susmak doğruydu
boğumlarımda yuttuğum
yanlış aşkların gölgesinde
hep yalnızlık yoluydu
benim olmayan elleri tutan
başka ellerin gölgesinde
yürümekten yorulmadan
uzun yoldan bunalıp
ölüme samimi hayallerim

yok çarelerin yokluğunda
umut ne kadar ayıp
yasak aşkların korkusunda
unutmak ne kadar zor
neden unutmalı insan her defasında?

6 Mayıs 2008 Salı

...

dokunsan ağlayacak gibiyim
üç beş kadeh şarap
biraz duman
birkaç anının ardından
mavi bir akşamüstü
dokunsan
ağlayabilir miyim?

...

yıl 1995,
taksimdeyim,
üşüyorum,
iki gün olmuş kar yağmayalı
ayağımın altında erimiş karları eziyorum.

yıl 1995,
taksimdeyim,
üşüyorum,
sinemadan yeni çıkmışım
kimbilir kim olduğumu düşlüyorum.

yıl 1995,
taksimdeyim,
üşüyorum,
ya daha az insan var dünyada
ya da ben daha küçüğüm
ve daha az insana çarparak yürüyorum.

yıl 1995,
taksimdeyim,
ayağımın altına erimiş karları ezmekteyim...

...

şehrin yosun tutmuş eteklerindeyim
karşımda denizin mehtap dansı salınmakta
buğulanmış ağlamaklı bulutların damlaları başucumda
birkaç yanıp sönmüş tütün beyaz filtreler ucunda
birkaç boş şişe üzerlerinde parmak izlerimle
dönmekte olan kızkulesi sulu gözlerimin önünde
yarınlarım azalmış harcanıp dünlerimde
bir koşu gidip düşlerimden yeni yarınlar doldurmalı ceplerime...

...

bugün lodos vurdu marmarayı kıyıya,
ayağımın altında ezildi ıslak ayak izleri,
hızlı hızlı yürüdüm sanki işim varmış gibi
saatime baktım sık sık, sanki biri bekliyormuş beni,
gözlerimi kaçırdım bana bakan gözlerden,
soğuk ellerimi cebimde ısıttım bazen.

bugün lodos vurdu marmarayı kıyıya,
ayağımın altında ezildi tüm beni sevenler,
yalnızlığıma kilitleyip kendimi, anahtarımı denize attım.
kırdım, üzdüm tüm benim için endişelenleri.
çekildim kalabalığın ortasına,
herkesin gözü önünde,
utanmadan,
yalnız kaldım...

...

hangi kıyılara vurdu dalgalarım
hangi rüzgarlarla yelken açtı gemilerim
bilmezsin,
ama ben denizim,
denizler ne kadar ıslanırsa yağmurla
yokluğun o kadar ıslatır yalnızlığımı...

...

pieta gibi uzandım yalnızlığın koynuna,
yaralı kanayan avuçlarımla,
günahsız, çıplak, son nefesim yanımda,
ha gayret geldiğim ana kucağında,
yaraladıklarım geldi aklıma, kendi yaralarıma bakınca...

30 Nisan 2008 Çarşamba

...

ejderhaya aşık bir prensesin beyaz atlı prensiyim
öldürsem ejderhayı benden nefret edecek,

yabancılaştırmış varlığın yalnızlığımı
anayurdum yalnızlığıma dönüşümde
evlatlık verilmiş bir çocuk gibi korkularım
titriyor yorgun atımın ayak seslerinde

ejderhaya aşık bir prensesin beyaz atlı prensiyim
ben böyle masalın...

13 Nisan 2008 Pazar

...

geldiğin yollar
gideceğin yolların izleridir
sevdiğin kadınlar
uykusuz gecelerin sesleridir.

sevmek uğruna ölünür
sevmek uğruna yaşanır
sevmekten korkarsa insan
boşadır aldığı nefes
ahı tutar ağaçların
boğulur insan
korkuların gölgeleriyle
hapsolmuş göğüs kafesinde..

...

korkuyorum,
gözlerimden
ellerimden
ama en çok dudaklarımdan,
zincirleri gergin
karanlık odada yetişmiş köpekler gibiler
yasak bahçelere doğru
talan etmeye meyleden...

30 Eylül 2007 Pazar

...

yarısı beyaz, yarısı kırmızı bir nehirdir otoban
milyonlarca asık suratlarla akan,
kenti bir ucundan bir ucuna
ayrılıkların ahı gibi ikiye ayıran,
ne derlerse desinler
asık suratlarında sır gamzelerini büzüştürerek,
ben bu dünyada yalnız bir kadını sevdim
zaman zaman değişti ismi
gözleri mevsimlerin renginde göründü
boyu hem uzun hem kısaydı
ellerime farklı dokundu hep yüzü
bazen inanılmaz bazen sıradandı
ama yemin olsunki
şu kısa hayatımda ben yalnız bir kadını sevdim
hep o sandım gidenleri
değillermiş suç bende mi?

...

kuru yanakların diyeti olan
dudaklardaki diş izleridir hayat,
kenarı burulmuş tebessümlerin
inip kalkan göğüs kafesinin ardında
çırpınan kas yığınıdır yaşamak,
kalp atışlarını sayan
hissiz bir zangoçtur zaman,

eriyip gidiyorsun şimdi
boş gözlerinle bakınarak,
alt kirpiklerinin arasından yol bulup sızan
her damla için bir melek düşüyor bulutlardan
kalbim üşüyor bana bakıpta görmediğin zaman

şimdi ölüyorsun
hem de benden önce,
ağlama diyor güçsüz parmakların
soğuk elin avucuma serilince,
ölme demiyorum sana
sitemde etmiyorum
ne desem boş
madem öyle gerekiyor diyorsun
bildiğin gibi olsun
kapat gözlerini
güneş solsun...

4 Eylül 2007 Salı

...

yeşil çimenleri okşayan
yakıcılığı dinmiş akşam güneşi
rüzgarla sarmaş dolaş
henüz kararmadan hava
ısınsın diye lambası yakılan
denizfenerinin hırçın dalgalarla dansında
sakin bir sahilin zaman tarafından parçalanmış
ufalanmış ayaklar altında ezilmiş
dalgalarla sindirilmiş
eskinin sert gururlu kayaları kumlarında
kaybedilişi başlamasında gizli
yer çekimine karşı amansız bir savaş yapılmakta
hangi kitap, hangi film, hangi resim, hangi şiir
tenimde yüzen rüzgarın yerini tutabilir
eskimeye and içmiş yeni günlerin uysallığında
yıkılmaya adanmış hayallerin tortusunda
doğaya kaçışımızın vicdani sorgusunda
mutsuzluktan yoksunluğun dinginliğinin
yerini hangi sevgilinin gözleri doldurabilir
yalnızlık güzeldir
yalnızlık içgüdüseldir
yalnızlık savaş cesetlerinden arda kalan sessizliktir
yokluğun en ıssız beldesidir
bedenim şikayet etsede
ruhumun ülkesidir...

...

geçmişi gömerken göz çukurlarıma
taşarken yaşlar yanaklarımdan
en sessiz anımdı ağladığım zaman
bunalımda, yataktan çıkmak istemeyen
ve ışıktan kısılmasın gözleri diye
her mevsim gri bulutlarla başını örten
barut kokusuna bulanmış sokakalarını
evlerin arasında gezdiren şehir
en çok insanı anlamadı
her damarında yüzlercesi dolaşırken bile
yabancı kaldı
kim yapmıştı
insanın insana yaptığını...

...

yaşanmamış bir hayatın çeyrek asırlık boşluğunda
sonralarla ertelenmiş planların yığını enkazında
akıyor zaman payımız yok hızında
uyurken göz kapakalrının biriktirdiği çapakta
ardına gizlenen imkansız rüyalarda
ayın yükselirken gecenin yarısına çıkardığı sesin yankısında
çözülmüş ayakkabı bağımızın kamçıladığı yollarda
buruşturulmuş kağıdın kıvrımlarında
uçan kuşların kanat çırpış sayısında
masayı kaplayan tozların boyutunda
bir küp şekerde kaç kristal olduğunda
düşen gözyaşının hacminde ağladığında
sağnak yağmurun çizgi damlalarının açısında
aç afrikalının mide gurultusunda
kesilmiş bileklerin pıhtılaşmış kanında
hayatımıza serpiştirilmiş onlarca dönüm noktasında
inan payımız yok
kontrol büyük yalan
kader de yalansa nedir elimizde kalan?

1 Eylül 2007 Cumartesi

...

elimde kalem, gözümde nem
ayakkabılarımda ter
bir hapis parmaklıkları paralel
ve hapis içinde bir kafes
kafeste küçük ince bir ses
korkuyorum özgürlükten,
şimdi salsam seni
parlak güneşle yıkanan maviliğe, ölürsün
ölüm doğurur ölümler
sevimli bir kedinin dişlerine bürünürsün
inan bana ne mapusluk ne ölüm
pişmanlığım sendendir
bir tek seni öldürdüm
ellerimde kanın süzüldü
ve ben sessiz sıcak bedenine
kefen olup göründüm
yalanım yok ama dürüstte değilim
artık sana ne desem
artık sana ne demesem
şimdi sen beni nasıl sevsen
şimdi sen
paslanmış demir kabarıklığında
is tutup yıpranmış bacalar gibi
tüten benden
kirlenmeden, nasıl geçsen...

19 Ağustos 2007 Pazar

...

bulutları sıkıyor huysuz yaşlı kadın
sokakta oynayan çocuklar ıslansın diye
bense oturmuş koyu gölgede kuru bir yere
şemsiyeleri sayıyorum
sonra damlaları
aklımdan geçenleri aklından geçiren başkası var mı?
aynı genişlikte damarlardan akıyor kanımız
aynı proteinlerden oluşmuş kaslarımız
neden bu farklılık
kimse yok mu aşk dışında isteği olan
barışı malzeme yapmadan arzulayan
şemsiyeleri gereksiz bulan
damlaları saymaya çalışan
varolan tüm vahşetten, boşvermişlikten utanan
bu gece
dünyanın herhangi bir enleminde
aynı boylama denk gelen
kimse yok mu
sadece ben miyim
kafasını ıslak toprağa gömmek isteyen?

...

Bosna, Ruanda, Liberya ve Darfur
ölü çocukların beşiği oldu kara kıtanın toprağı
beyaz siyahı, siyah koyu siyahı
gündüzün geceye etmediğini yaptı insanoğlu
karanlıkla budadı insanı
Bosna, Ruanda, Liberya ve Darfur
din, ırk, ot, bok
aşina oldu aç anaların topukları kırmızıya
hala yaşayan varsa orada
merak etmeyin
bulanıyor midem haberlerde rastlayınca
iğreniyorum insanlardan
özellikle bağırsakları dışarıdaysa
Bosna, Ruanda, Liberya ve Darfur
şeffaf, sarı, koyu siyah önemi yok
sıvıysa veya parlıyorsa
topraktan çıkan herşey daha değerlidir
batılı olmayan bir insandan
veya insan değildir batılı olmayan
Bosna, Ruanda, Liberya ve Darfur
öğütülmüş coğrafyanın diş arasında sıkışan insanları
merak etmeyin, az kaldı
insanlar değil ama doğa dayanamadı
küresel ısınarak
itler gibi susatarak
hepimizin intikamını
hepimizden alacak
Paris, Londra, İstanbul ve Roma
New York, Madrid, Hong Kong ve Berlin
sizlerde ferah tutun içinizi
henüz kaçırmış sayılmazsınız bu taze ezilişi
evlerinizin rahatında, uzanarak bekleyin
yakında yeni katliamımızın filmi vizyonda olacak
seyredin...

...

yalnızlık, kabuk bağlamış yaradır
aşksa o kabuğu kaldıran
sevgili, kabuksuz açık yaradan
hızlıca çekilmiş yara bandıdır
ayrılıkta hunharca acıtan...

...

tabutuysa bedenim ruhumun
mezar taşı burnumdur,
ölümüyse eğer hayat
ölmek borcumdur,
derisi suya, ciğerleri havaya muhtaç yunusların
denize mahkumiyeti gibi zaten yaşamak,
kendini kandırarak, sersefil,
gün gelir ölünür mesele değil...

...

kırık ay sallanıyor semada
yarım kalmışlıkların keskin ucuyla
içimde oyulmuş bir parça var
seni koyduğum yerin hemen yanında
kirpiklerim uykusuzluğun isyanında
pul pul olmuş derim
bir kuş gibi kırıp kanadımı
altıbin metreden düşüp ölebilirim
duvarın kuytusunda bir kiremitin
tozdan kararmış sıvasına gömülebilirim
-e bilirliğimden sıkılıp
bir gün tüm hoyratlığıyla yağan
sağnak asit yağmurunda eriyebilirim
ama mevsim yaz
tuğlasız binalarla döşenmiş her taraf
ve kanadım yok kırılacak
öyle böyle değil korkularım
yokluğunda hepsi azacak
bazen yüzaltmış kilometre hızla giden
bir arabanın ön camına çarpan
şişko bir sivri sinek gibi hissediyorum
başkalarının kanıyla kanayan
korkuyorum
dalgaları dondurulup hapsedilmiş bir deniz var duvarımda
onunla boğuluyorum...

27 Temmuz 2007 Cuma

...

kül rengi bulutlar gerilmişti sarhoş atların üzerine
toprakta bembeyaz bir halı
nefesler görünür halde dumanlı
bir kış ayıydı, hangisiydi unuttum
şimdi diyeceksinki kış topu topu üç ay
ama bir an yüzlerce kez yaşanınca tekrar tekrar
her hayalinin temeline oturtunca yılmadan
hangisi gerçek hangisi hayal unutursun inan
mevzu kısaydı aslında
bir kış ayıydı, nefesim duman
bir kız geçti kuzey-batıdan
lodosun hoyratlığını karşısına alıp esti
dağıldı saçları, simsiyahtı
gözlerine yaşlar kondurdu rüzgar
kar taneleri döküldü omuzlarından
yüzde doksanı kumaştı silüetinin
sadece gözleri parladı ıslak ıslak
birde bir tutam saç vardı dağılmadan sol gözüne sarkan
bir kış ayıydı, bulutlar kül rengi
toprak bembeyaz, çiçekler üşümüş
kuşlar perişan
söyle, böyle birgünde yanar mı insan?

...

dudakların gözkapaklarım,
susman körlüğüm,
gülmen
herşeyi netleştiren
miyoplara özgü kısık bakışım,
titrerse dudakların
dünyam bulanıklaşır,
iki deri parçası arasından geçiyor hayat,
varlığımın kapısı gözlerim
uyurken içe açılan kulbum,
dudakların gözkapaklarım
susma kör olurum...

...

sokak lambaları yüzerken ıslak caddelerde
kirpiklerini kürek yapıp aya doğru yirmi adım
gölgeler sızarken karanlık köşelerde
gözyaşlarından sarhoş olup güneşe çaprazlama
gidiyorum
duracak gibi değil ayaklarım ölüme doğru bodoslama
sayıklamalardayım...

...

yeniden dedin eski bedeninle karşımda durup
gözlerin yorgunluğunu dinlendiren çukurlarla çevrili
ellerin eski tutkusundan, gücünden yoksun
sıktın ellerimi
tekrar dedin
mutluluk geçerken cümlende bir an iç çektin
yeniden dedin geçmişin özgünlüğüne kanıp
ama eskidik biz artık eskiydik
ne yenilenirdi gözlerimizde solan ışık
ne de yenilirdi ellerimizi titreten pişmanlık
deneyelim dedin tekrar tekrar
düzeltelim dedin
hala hayatlarımızın eskiz olmadığını öğrenemedin...

23 Temmuz 2007 Pazartesi

...

buram buram ter kokuyor insanlar
mis gibi emek akıyor alınlarından
koltukaltlarından, apış aralarından
puro dumanında boğularak çalışıyorlar
sevişiyor gibi sırılsıklam
çok için değil azı umarak
kazanarak değil kaybolarak
umut doğuyor kaybedilmişliklerin sancısından
umut ölüyor gün doğumunun hamlığında
teknoloji canavarının dişleri arasında
toprak ölüyor, insan ölüyor
iki dudak arasında...

13 Temmuz 2007 Cuma

...

içimde olmanı seviyorum dedi
kulak memelerimi çiğnerken
parçalarını hücrelerimde sindirmek

seviyorum dedi, sevdi
yalan değildi sözleri
sadece öznel tanımlar yüzünden tanımsız kalmıştı aşk
binlerce tanımın altında ezilerek
kelebeklerin uçuştuğu bir mideydi o'na göre
bense karalara omuz atan dalgalarda buldum aşkı
aşk uçardı sigaranın ucundan yükselen dumanla
aşk düşerdi yüksek bir uçurumun kenarında
aşk ölürdü çarpışan arabalar enkazında

içime girmen için boylu boyunca neşter darbesi
dokunmak, sevişmek kesmiyor artık beni
aynı mezara konulup çürümek
ve aynı böceğin midesinde sindirilmek
tekrar yeşermek değil istediğim
tekrar tekrar ölmek...

5 Temmuz 2007 Perşembe

...

süresiz suskunluğun içinden
camı kesen elmas kadar tiz
göğü kanatan bulut gibi keskin
dümdüz iki sözcük geçti
bilinmeyen boşlukların kenarlarında
kurulmuş şüphelerle bilenen iki sözcük
dudaklarında yapmacık görünen

süresiz suskunluğun içinde
çığlık çığlık söylenen gözlerin duruldu
ölüm gibi kokan kelimlerde
sonra içim sustu
yorgundu, uyudu
neresiydi dokunduğun yer içimde
unuttu...

29 Nisan 2007 Pazar

...

dirim ölümün tersi,
hayat yitirilmekteyse yitiren hayatın ta kendisi
bitmesini umuyorum, korkutuyor hayatın sonsuzluğu
bilmiyor ki kaderim, bu yolun sonu kendi yokluğu...

...

gittiğinden beri
pinhan sevişmelerde
kazdım dölyataklarını yıpratarak sikimi,
dünyaya girdiğim kapının gizemiydi sebebim,
veya bir anlık mutluluk içindi sadece,
zamanın planck sabitindeki anlamı kadardı meali,
soğuk odamda
sıcaklıktan çatlamasın diye
üşüyen bardağıma koyduğum çay kaşığıydı belkide,
içgüdülerim, doğam, erkekliğim, zaaflarımdı,
unuttum aslında neydi aradığım benzerlerinde.
sendeyse,
kalbinin yanına kıvrılıp uyumaktı amacım,
bağırsaklarına, midene, safra kesene kadar sokulmak,
vücudunu giyinmeye başlıyordum soyunarak her gece
ve her gece giyiniyordum tekrar senden soyunarak,
yoksun şimdi, çırılçıplağım.
yoksun,
senin olduğu halde cahilisin yokluğunun,
bir bilsen anlamını.
yokluğun;
traş köpüklerinin beyazındaki küçük kan oluğu,
uykusuzluktan küçülmüş çizgi gibi göz çukuru,
şişe dibi körkütük sarhoşluğun kusmuğu,
yokluğunda hep sen varsın.
biterken suçlamıştık hayatı hatırlar mısın?
gel
ölelim erkenden
ne kadar varsa vaktimiz kaderde
boşver
üstü kalsın...

...

soruların koynuna gömülmüş
sığabilmek için kafatasıma büzüşmüş
cilasız ahşap beynim
her kalp atışında kanla ıslanıyor,
şişiyor çatlakları,
susuz toprak gibi çatlıyor ıslandıkça.
nedir ölümü bu kadar hüzünlü yapan?
nedir yaşamı bu kadar anlamlı kılan?
neden sorusu mu vardı yoksa nedenin kendisi mi
heşeyin öncesinde?
şakaklarıma vuruyor beynim
sanırım sızmak üzere
yakında kendi beynimle boyanıp uyuyacağım
umarım.
ölmeye razıyım
eğer uyku ölümse
beynim gibi kıvrılıp sığabilirim bedenine
ölürsem sen ölme...

...

sarındım dar kisveme
tekrar yeşermek için
budandım,
uyusun kuşlar diye
yakıp yıldızlarımı
karardım,
bir iç çektim
bir soluk aldım
ne hamdım
ne piştim
ne de yandım
yalandım...

...

görmesemde, bilmesemde, bilmesende
ne zaman kapasan gözlerini
aşırı dozdan mefta bir cesetinki gibi
çekiliyor kanım, büyüyor gözbebeklerim
bembeyazım
ne zaman ağlasan
ıslanırım...

...

damlalar bulutlardan okyanusun özlemiyle atlar
kimi kavuşur kimi betona çarpar
eğer betonda kuruyan bir damlaysan boşver
mazgala denk gelip bok içinde yüzmekte vardı...

...

yalan yok ağlıyorum
sindirilmemiş ayrılığın gözyaşları değil bunlar
değil yaşanmışlıkların ablukasından etkilenen pişmanlıklar
yalan yok
neden yok
ağlıyorum
yok...

...

yıkıp geçiyor mevsimler
insanlar etraftalar her zaman
ne zordur büyük şehirlerde yalnız dolaşabilmek
tünemiş bir kuşkunun gölgesi çiviliyor bedenimi acımadan
zordur yalnızlık, hem kalabilmek, hem olabilmek
çaresiz kalmanın rahatlığıyla
direnmeden yıkılabilmek...

...

tüm yitirilmişliklerin yası,
yarım kalan aşkların kalan yarısı,
sahip olunamamış zenginlik, şöhret yalanları,
hiç yaşanmamış iki katlı evler,
kulanılmamış hayatlar,
ikinci el öğretilmiş hayaller.
tüm yitirilmişliklerin yası bu
hiç bestelenememiş
dünyanın en güzel bestesi ağıtı,
idealist bir beyinde
kanaya kanaya sistem sunağında can veren yarınların,
girdap gibi yığılan gerici kalabalıkta
çırpına çırpına yutulan bir devrimcinin,
herkesin çok mutlu olacağı bir hayal kuruldu
bazıları daha mutlu olabilmek uğruna herkesi uyuttu.
tüm yitirilmişliklerin
tüm unutulmuşlukların yası bu,
ninnisi kalabalık bir sokak sesi,
pastel renkli savaş kahramanlıkları dekorlu,
bir yarış köpeğinin önünde koşan tavşandan ibaret
vaadedilen kariyer planları,
haketmek hakettiklerimiz için yetmiyor,
ne kadar satarsak ruhumuzu
o kadar hakediyoruz umursamadığımız sahte mutluluğu,
sahip olmak sahip olduklarımıza yetmiyor,
hiç doymayan bir açlık var içimizde
ne zaman istediğini alsa yeni bir istek doğuruyor,
tüm yitirilmişliklerin intikamı bu,
kanlarımız kendi ellerimizde,
birbirimizi çiğneyerek koşuyoruz hayallere,
kimse nereye bastığına dikkat etmiyor,
tüm yitirilmişliklerin yası,
tüm yitirilmişliklerin intikamı,
bir vicdanımız kaldı doğruyu fısıldayan
beynimiz boş, yankıdan ne dediği anlaşılmıyor...

...

saat dört yirmiyedi
akşamın puslu kokusu
bir sen geçiyorsun paralelinde beyoğlunu
korkuyorsun yolunun üzerindeki çingenelerden
telaşla hızlanıyor adımların
soluğun sıklaşıyor
kalbin benim için hiç atmadığı kadar sık çarpıyor
saat dört yirmiyedi
akşamın sisli kokusu
bir ben geçiyorum istiklalin tam ortasından
bir markiz pastanesi geçiyor sağımdan
sol tarafımda bir konsolosluk duruyor benim toprağım olmayan
hızlı hızlı yürüyorum
koşuyor olurdum biraz daha hızlansam
yolumun üzerindeki bütün atomlara çarpıyorum
hiçbiri beni durduramıyorlar
saat dört yirmiyedi
senin kulakların ürperiyor şımarık bir çocuk çığlığıyla
dişi bir karga soluyor hızlı nefeslerinden birini
pariste takım elbiseli adamlar saçmalıyor
çark caddesinde sakarya'nın ve sakarya caddesinde ankara'nın
insanlar birbirine çarpıyor
saat dört yirmiyedi
ölesiye korkuyorum
etrafımda olanlar umurumda değil
sarhoşların, tinercilerin, travestilerin içinden geçiyorum
hepsinin içi kan kokuyor ama koku salt değil
ölesiye korkuyorum
korkuyorum ölememekten
öyle böyle değil ölesiye
korkuyorum
saat dört yirmiyedi
ölmekten korkan biri ölüyor
saat dört yirmiyedi
korkuyorum
korkudan ölünmüyor...

...

çember aynı
hergün taşırmadan üzerinden geçtiğimiz
her gün aynı döngü
çapı değişirse ne kadar değişir çemberimiz
düşlerimizde bıkmadan
endorfinle hayatımızın eskizini çizeriz
düşler hayatın zıttı
ölene kadar durmadan bunu öğreniriz...

...

saat akşamın sekiz sularıydı
sessiz bir sokağın zemininde
öğrendi bir beden asfaltın geçirgen olmadığını
ve ölüneceğini belli bir yükseklikten düşülünce.
insanlar yığıldı olay yeri civarına
dökülen koyu bir sıvı gibi yayıldılar
taze, nemli kalabalığın ortasında
kırmızı mavi ışıklar sırayla vurdu, sokağın bedeni duvarlara
yüksek binanın önündeki kaldırımda
spatulalarla kazınıyordu intihar artıkları
yetişememişlerdi katiller
teşebbüste kaldı tüm cinayet planları
kurban olmaya bir adım kala boşluğa atılan bir adımla
katillerin kana bulanmaya hevesli elleri masum kaldı...

...

karanlık büyük bir gölge sadece,
ışıkla aramıza giren bir obje,
ve soğuk güneşe olan uzaklığımız.
zerk edilmiş karanlık düşler var beynimizde,
ölesiye üşüyoruz,
o kadar uzağız güneşe...

...

güneşin öldürdüğü akşamlarımın yası bu,
ürken yalnızlığımın,
seri katili olduğum günlerimin yası.
bundandır uykusuzluğum, yorgunluğum
sessizliğim, sensizliğim
geçer demişlerdi, kanmıştım
geçmedi
oysa lanet olası ilacım zamandan aksatmadan almıştım...

...

katran demişler, zifiri kara demişler
karanlık, kötü, kasvetli demişler
haltetmişler
onlar siyahı senin gözlerinde görmemişler...

...

sen yoksan,
kapatırım gözlerimi, sağır olur kulaklarım
susarım sözlerimi.
yalnız seni görmeli,
yalnız seni dinlemeli,
yalnız sana söylemeli tüm bildiklerimi...

...

gecenin karanlığına pusu kurmuş sokak lambalarıyla bir olup
gölgemi vura vura ezberletiyorum adımlarımı kaldırımlara,
her adımda daha sert
her adımda daha muğlak
her adımda daha derin izler bırakarak.
katran gibi bir gölge akıyor bacaklarımdan
sarhoşların tükürdüğü kaldırımları yalayarak dolaşıyor ardımdan
sürekli aynı yerleri,
aynı düşünceleri dağıtmaya çalışarak.
ne zaman bu kadar zor oldu hayat?
oysa
oyuncak tabancamdan çıkan hayali bir kurşundu yaşamak
yalnızdı, yarışmaktan uzak
sapmazdı, herhangi bir hedefi yoktu vuracak
yalandı,
galiba hala yalan ve bir gün yokolacak...

...

yokluk, sabahın geceye değdiği yerde
yokluk, zamanın labirentinde anlar hapishanesinde bir mahkum.
yokluk, güneşin öldürdüğü akşamlar içinde
yokluk, ölünün toprakta çürüyüp gittiği yerdeki boşluk.
yokluk, varolmayı önemsemenin getirdiği bokluk...

...

en siyahında gecelerin,
en soğuk düşlerin sıcağına uyandım.
susuyorum,
çünkü; yalnızlar konuşmaz biliyorum...

sürdüm gözlerime kederi
yas siyahlarını kuşandım
göz yaşlarım hazır kıta
bekliyorum kara haberi, gelsin artık.

beklemek,
mahşeri bekleyen melek gibi sonunda yok olacağını bilerek...

...

kaldırımlara yazılan paslı bir masal...
hatırlıyorum masalların yalan olduğunu anladığım anı,
ahenkli bir yıldırımın sıcak dokunuşunu,
yanmış cesetlerin kansız kokusunu,
can çekişen organların kılcal damarlara yumuluşlarını,
hatırlıyorum.
asfalta yapışmış cansız bir kedi gibiydiler,
gecenin soğuğunu hissetmeyen.
ölü bir kedi görünce neler düşünür kediler?
sen neler düşünürsün ölünce ben?..

hatırlıyorum tüm düşlerimin güzelliğini,
tütsülenmiş sözcüklerle kapatılışını ölülerin gözlerinin,
ve ölüm kasımda başka yakar içini
kasımda bir garip olur insan, insansam.
kasım ağlar,
sen ağlayamazsın o ağlar,
kıpırtısız bir titreyişle paslı masallar kazınır tetanoz kaldırımlara,
doğrular üşüşür boğazına, yutulamayacak kadar gerçektirler,
kasımda susarım ben kana susayan itler gibi tek kelime etmem,
ağızımı her açışımda kusarım kirlenir ağızım
yok olurum, titrerim, kusarım ama ağlamam
kasımda, kasım ağlar, ben susarım
biraz arınmak umuduyla bulabildiğim tüm gözyaşarıyla yıkanırım...

20 Nisan 2007 Cuma

...

kurşun gibi ağır bir bulutun gölgesi üzerimde
varlığın düşlerimin eskizinden ibaret bende
yağamayan yağmurun sıkıntısı yayılmış şehire
uzaklaşacak kadar yakın olamadık son günlerde
şimdi gidişlerin başkalarından başkalarına
yolda karşılaşsak yabancı gelirsin artık bana
ama korkma
yağarsa yağmur ıslanırız bizde,
karanlığın bakışına gizleniriz
ölümün ardından yok olur tüm aidiyetimiz
veya boşver bugün kafam iyi yine
rakı şişesinden akvaryum yaptım kendime
yüzüyorum okyanus hayaliyle
hiç birşey yapmak istemiyor canım
seninle olmayı bile

damtılmış sözcükler damlıyor sabaha
isminin yanında kırıcı kelimeler geliyor aklıma
şiddete karşı ruhum unutuyor nefreti
hava sıkılgan bugün
yağmur nazlı
sen
sen nasılsın?
hala bir yerlerde var mısın?
yok olsan bir parçamda sızlar mısın?
sen
seninle ben
gerek yok melodilerin süsüne kafiyelerin ahengine
sen sadece
uzaksın...

...

ölüm kadar ciddi
yağmurda eriyen ayrılık fikri
şehirlere de küsermiş insan
bulut yumuşaklığında
ses çıkarmadan uzaklaşarak
severmiş kaçakları yağmur
izlerini anne şefkatiyle kapatarak

acı; tanımsız bir kitle
kaçamıyorsun düşüncelerinden
ciğerlerini patlatırcasına koşarak
acı somut açık yaralar arasında
içindekilerden uzaklaşamıyorsun
uzaklaştıkça yapışıyor ardına
tül perde gibiyim suçluluğun önünde
yumuşuyor günahlarım ardımda
ama ölüm kadar ciddi bu defa
ayrılığın acımasız gerçeği
şehirlere de küsermiş insan
sevdiği kadını terketmek gibi
uzun yollarda kupkuru ağlatırmış
buyurgan, sinsi ayrılık fikri...

...

belli bir yazgı vardı yürürken ayaklarımızı sürerek çizdiğimiz
trak geldi bir an,
kaderimdeki rolümden saparak
bir uçurumun kıyısına sürükledi suskunluğum
boğuluyorum kelimelerin anlamlarında
artık yazmak istemiyor canım
sıraya girmiş kelimeler boğazımda
sıkılıyorum
vazgeçtim artık yazmıyorum...

...

sen giderken bilinmeze
yağmur davetkardı
bir damla aşk düştü gözümden
ayak izlerin ıslandı
ufuğun kaybeden sisinde
gözlerime aşk saplandı
kapalı gözlerimin ardında
son bakışım aşktandı
ne tanıyordum seni
ne bakışların bedenimle kesişmişti
yalındı, saftı, yalandı...

...

altından bok nehirleri akan şehirlerin
ışıltılı caddelerinin kıyısına izbe köşkler kurdum ev diye
yaşama oyunundan rol çalmaya meyledip
kaybedilmişliğin gururuna yenildim
utandım
utancımdan utandım
oysa ben kimseleri umursamazdım
derdim sordu dermanımı konuşamadım
dokunmadan öpüşmekti konuşmak
bildim, anlatamadım
niyetim platonik denizlerin dalgalarında ıslanmaktı
buluttan habersiz bir avuç yağmur çalmaktı
adın dudaklarımdan adaşlarının adından farklı çıkardı
anlamazdın,
anlasan umursamazdın
küçüldükçe gözünde uslandım
kaybedecek birşeylerim yoktu
eğer olsaydı adım kaybeden olurdu
yoktu
adsız bir mezar taşına bezendim
adım yoktu
olsaydı kaybederdim...

...

ayak sesleri yağmurdandı ayrılığın
düşlerin yakamozunda salınan dalgalardı
gitmek dedi ürkek sözcük, sessizce
kalmak geçti aklımdan giderken kendime
susmak mahvetti bizi, bazende söylemek
kimbilir, belki başka zamanlarda yaşasaydık
belki sevmeseydik, sevmeyi kanıksamasaydık
olmasaydık, hiç varolmamış gibi, dokunmazdı
ama en çok ölmek koydu bana, buzdandı

yalnızlıkla ölemedi bir kavanoz kül hacmindeki bedenim
kalabalıkta boğularak ölmeliydi
insanlığa yüklenmeliydi tüm suç
ancak o zaman savunabilirdi kendini
yalan cehennemin gölgesinde çırpınan bir ruh

ayak sesleri yağmurdandı ayrılığın
düşlerin yakamozunda salınan dalgalardı
ölmek dedi cüretkar sözcük, sessizce
yaşamak geçti aklımdan ölmeden hemen önce...

...

sabah sislerini solumayı sevemedim hiç
bir öksürük gibi boğazıma takıldı hayat
kuzeye yükselirken güneş
veya ben yüzümü güneye dönmüşken
ne kadarda basit ölmek
huzursuzluğumun nedeni bedenimse
vazgeçebilmem ne kadar sürer
ya ruhuma kazılıysa şehrin pusu
bir mezar boşluğu kadar yerim yoksa dünyada
hayatın anlamını aramakla mı avunmalı
yoksa ona anlamlar yaratmakla mı?
tozlandıkça sahiplenilir eşyalar
yokluklarda kabullenilir insanlar
sabah sislerini solumayı sevemedim hiç
bir öksürük gibi boğazıma takıldı hayat
kuzeye yükselirken güneş
veya güneye düşerken
huzursuzluğumun nedeni bedenimse
vazgeçebilmem ne kadar sürer
nedir bir köprü korkuluğundaki maksimum sürem?

...

bir anlık gafletinle mutluluğa değdiğinde
unutulmuşluktan acemileşen gülümsemenden
yakalar seni içindeki derin hüzün
en uzak zamanı kollar kendisinden
ve bir anda çeker içine bekletmeden
o kadar hızlı çarparsınki uçurumunun dibine
gülümsemen yetişemez asılı kalır yüzünde...

...

sigara dumanı katmış zaman bu anın dizaynına
gidişinin ardından uzaklaşan adım sesin
tadılmış dudaklarımdaki titremelerim
rüzgarın getirdiği kokunun son demi
yok olmak isteğim
sigarama yapışıyorum ölmek için
duman doluyor boşluklarıma
sen gidiyorsun
ölüyor kediler gölgene dokununca
uzaklaşıyorsun bulaşarak gerçeğe
geçtiğin yerler ölüyor
sen gidiyorsun
hayat beni hapsediyor...

...

kanların yeri kaldırımlar olamamalı
damarlarda kalmalı kıpkırmızı
ten altında maviye bürünmeli
beyinlerde fikirleri beslemeli
eyvallah, ölüm allahın emri
ama insan eceliyle ölmeli...

...

fahişeler satmaz bedenlerini, kiralar
sattıkları, en büyük bedeni zevkleridir
ebedi bir anlaşmayla, vücutlarına kazınır terli, azmış bedenler
ve bir daha asla bunları düşünmeden sevişemezler.

günahlar, arınmanın ilk şartıdır
yeniden kirlenebilmek için temizlenmektir pişmanlık,
tekrar hissederek dokunulabilmek için
katran kaplı vücutlarda bir parça ten parlatmaktır.
hayat hiçbir şey vadetmedi bize
kimse dinledim diyemez vaazını
toprağa düşen tohumlar gibiyiz
bakışlarımız aval aval
bütündük hepimiz, koparıldık
alaz alaz çığlıklarla bireylere ayrıldık
bilgisizlikten yüz bularak ne zaman günah işlesek,
pişmanlığımızla avuttuk insanlığımızı
yaşamak uğruna en büyük ruhani huzuru sattık.

satılmış cehaletimiz asla geçmişten arınamayacak
ölümümüzle sorumlu olacağımız günahlar
yaşamda ölümü erteleyen zevkler olacak
öylesine alıştık ki günahın yoğun tadına
korkarım cennet bizi avutamayacak...

...

kasımdı ıslaktı bulutlar
tramvay geçiyordu beyoğlundan
ilk kez kayboldu kelimeler, kaçıştılar
kızgınlıkta kurşun gibi ağırdılar
aymazlıkta duvar gibi sağırdılar
anlam büyük geldi bu sefer
şehrin köşelerine kaçıştılar
kasımdı ıslaktı toprak
tramvay geçiyordu beyoğlundan
acemi korkak birkaç kelime
yaslı, sarhoş gecelerin koyusundan
siyah gibi boyanamaz üstü, kapatılamaz
yolcunun eyvallahı gibi yalın, gerçek ve korkak
bakkalın selamı kadar mekanik
zoru yok susmanın, konuşmanın
ne desen ne duysan düşer vurulmuş bir kırlangıç gibi
karanfil kokulu nefesinde kalır dünler
yağmur yüklü paltoya sarılıp
kasımın son cuması kısa maltepe tüter
tramvay öyle bir geçerki beyoğlundan
ikiye keser şehri, kanatır, üzer...

...

yağmur; damlaların toplu intiharı.
ıslak şefaf kanla kaplanır şehirler
her an yeni biriyim
bir an önceki beni öldüren
zaman; tanrının cinayet silahı
zaman, çarpar, yavaş yavaş almalı
aniden boşluğa atılır yetişkinliğin ilk adımı
diğer ayağın hala çocukluğunun son adımında
ilk bakış, ilk nefes, ilk aşk
herşeyin ilki belli sonlar belirsizdi
her sonun çıkışı dağılan sis gibi yalın
insanlar arasında taş gibi soğuk
yalnızlık, kalabalık şehirlerin yan etkisi
boş sokak bulmak bile zor bu günlerde
başbaşa bir dakika verin bana istiklal'le
yalnız ben, istiklal ve ölüme düşen yağmur kalsın
istiklal'e gömün beni mezarımdan tramvay geçsin
ölen her damla bedenimin yokluğunda biriksin
istanbul her gece ölümümün eskizini çizsin...

...

felekten çalınmış bir gecenin
gecenin baş ağrılı sabahının
sabahın ekşi kusmuk kokulu yatağının
yatağın bir insan boyu oyuğunun
oyuğun bir boy sağının
sağın beş okka postalının
postalın oniki adımlık çamurunun
çamurun yarım metre solunun
solun katledilen boynunun
boynun bir karış üstündeki dudağının
dudağın üç parmak yanındaki gamzenin
çukuruna gömdüm geleceğimi
bulursan haber ver yaşarız...