25 Ekim 2011 Salı

...

korkuyorum sessizliğimin uğultusundan
tükürük bezlerimin hışırdattığı kulaklarımla.
ruhumda, toplu mezarımda yüzlerce ben
her ayrılığın ayrı ayrı öldürdüğü saflığımla,
yemyeşil çimenlerin kökleri delerken cesetimi
toprağın emdiği yağmurlarla
nemli rüzgarsız bir ürperti titretiyor kemiklerimi.

çember gibi içine kapanan bir döngü her gün
üzerinden geçtikçe kalınlaşıyor gün be gün
kapanıyor sımsıkı kendi üzerine
karanlık, karışık, anlamsız bir kördüğüm
ve zorlaşıyor kaçışım,
kaçışım, her gün düşümde gördüğüm

ölmek huzurlu bir uyku değil
ölü gizemli bir yolcu değil
sadece açık büfe aç saprofit ordusuna
öl ve karanlık mezarına gururla eğil...

...

zincirde parlayan güneş
gömleğimden bir halkayı
omuzuma yapıştıran yağmur damlasına inat
ne zamandır karman çorman hayat
ilk fiske vurulmadan önce de dönüyormuydu dünya
bozuk para gibi parmak kalelere doğru yalpalayarak
yavaş yavaş zemine vura vura duracakmı yoksa
hayat diye çaldığım zaman
kim vurdu ilk fiskeyi
kale kimin parmaklarından

gözlerin
gözlerin binlerce kilometre
yol aldım gözlerinde
döne döne

gereksiz artık gitmek
kalmak anlamsız
ne ıssız ne yalnız
ölmek gerek
soğukta donarak
deliksiz ve kansız

öldüysen
gömülmen gerek
utanır insan
ulu orta ölü ölü çürümekten...

...

dalgaların üzerinde
köpüklerin koynunda
yalapşap
çalakalem
yaşandı geçti hayat
acemisiyim sevişmelerin
yüzlerce sikişmeden sonra,
bileklerim ince
boynum ilmek ilmek
hayaller sıkışmış ufak imkansızlıklara,
kontrol edemedin çarkını kaderin

mutluluk elle tutulur kuşbakışında
ama detaylara boğulmaya mahkumuz
huzursuz günlerin batışında...

...

kör faşistin
kör kurşununa
mahzen olunca bedenim
kör adaletin
kör kılıcının bilendiği
kolpa terazesinde tartılmayacak günahlarım.
eğer bir ağırlığı varsa günahla sevabın
kuş gibi kanatlandırmayacak
vicdanımı imanım.
ya inandığım yalanları söylersem,
ya meşru müdafaadan kendimi öldürürsem?
yemin etsem başım ağrımaz mahşerde
valla desem
billa desem
ben vurmasam vuracaktım beni
tilla desem
ucu üç üçgen sopalı zebanilerin
insan yakıtlı cehenneminden
yırtar mıyım?..

...

zaman öğretti
derde bağımlı insan
mululuklar yalan.
anladım,
yalnızlık zemini hayatın
insanlar figüran.

son cephedeyiz artık
başladığı gibi bitecek zaman
elimizde koca bir hiç bırakacak
milyarlarca sıradan yaşam

zaman öğretti
her adımımız çatlak buzdan.
anladım,
yarınlar yalan
sonsuz hayalleri barındıran,
dünler eski
elle tutulmazki pişmanlıklar.

zaman öğretti
tüm insanlar sıradan
unutur, unutulurlar...

...

gece bir patika gözlerin
ıslak toprak yumuşaklığında
parmak izlerim adımlı
ruhunun körpe yolluğunda.

gem vurulmuş ruhumun
hayal kusan dudaklarına.

ne kadar sevimli olur bir çocuk
bedeni ruhundan soyulunca.
ya kıyamazsak gömmeye
sevdiklerimizin cesetlerini
çürümüş et kokusu kaplarsa
yıkık köhne ciğerlerimizi.

ölsen, kıyıp gömemezsem seni
yaşasan, kıyıp sevemezsem
duraksama,
kaç.

yokluğun konsolosluğuyum ben
avrupanın bakımlı topraklarında
sefil afrika ülkelerinden birine aittir aslım.
yaşadığım hayatla,
sahip olduğum eşyayla,
benliğimin beynindeki silüeti
bedenimle,
yok bir şeylerin temsilcisiyim.
izin yok içeri girmeye
bir şey yok içeride.

bak gözlerime
dikkatlice,
gördüğün ıssızlık;
içimde katledilmiş devrimci çocuk düşlerimin toplu mezarıdır
yalnızlık dersin sen ona,
sevmekten korkmaktır çevrendeki adı.

yalnızlık; portakalın soyulup çöpe atılmış kabuğudur
soy ve çöpe at sonsuzluğumu
korktuğum sevgimi de al
yalnızlığım sunağında kan revan
peki ya gözlerim
peki ya gözlerin
peki ya
peki...

...

sevimli bir bebektim başlangıçta
hayat iğrençleştirdi beni zamanla

her insan gibi doğarken kafamı soktuğum
hayatın
siktiği ruhumun rahminde
piç bir umut peydahlanmakta
karamsar
özenti
sorumsuz
yalancı
yalnız
yanlış
beceriksiz
pençeleri zayıf
gözleri miyop
hayırsız benliğimin
bozulduysa aguyla başlayan dili
affedin
ama ölürken de başaşağı gömünki beni
son bir kez daha
kafam girsin böyle hayata...

...

sessiz
gösterişsiz
boynu bükük
coşkudan mahrum
yalnızlığın ne ilk ne son zaferi
ayrılık

sözcüklerle bezenmiş köhne hapis
buruk dudaklarla tatsız nemli özgürlük
yol ayrımlarında pişmanlıklar biriktiren yolculuk
her şeye rağmen
her şeyin sonunda
her şeyin ta kendisi
tanrının varoluş hali
yalnızlık

her ayrılık bir yalnızlık zaferidir aslında
ve kazanan bile harap, üzgün bu savaşta...

...

düştümü damla suya
büyümek zorunda şeffaf halka
yavaş yavaş
kaybolmaya

tahta atım
mendil tabancam
oyuncak dünyam
üzgünüm
ben artık büyüdüm...

...

uykusuz gecelerin şarap kokan balgamı tütüyor boğazımda
ağlamanın yabancısı gözlerim kusuyor çapak çapak
bedenim ruhumdan daha cefakar
yanıyor ellerim, sağ dizimde bir sızı
göğüs kafesine hapsolmadı aşk hiç bir zaman
parmak uçlarım dumanda gezmekten sarı
şahitsiz geçiyor koca bir hayat...

...

kocaman kelimeler var midemde
büyük harflerle bağırmak istiyorum,
kocaman artık öfkem
küçük harflerle büyüye büyüye.
önce sus ve dinle
çekinme yaşadıklarından bak geriye
korkma başına geleceklerden
uzat o masum başını ileriye
sonra kus birikenleri tek seferde
saklanmak için kazdığın siper
mezarın olmadan önce...

...

yalnızlık korkuturken
denemeler yıpratır ruhu
ne kadar çabalarsan
o kadar birikir tükenmişlik içinde
korku ecele çaredir bazen
ecelse korkuya pervane
çabalamak yorar insanı
kararsızlık tüketir
ama istisnalar baki bende
ve tüm aşklarım ayrılığa gebe...

6 Ekim 2011 Perşembe

...

sözün bittiği yerler yerim oldu hep
çıkmaz sokaktan çok
bira solunan sakin sahil gibi
önünde uzanan bir deniz
arkanda sözlerden şehirler
ileriye doğru lodoslu sert bakış

korku sıvı
öfke keskin kokulu
çaresizlikse gaz bulutu

yaşamak ölmek kadar kolay olmuşsa
söylenecek söz kalmamıştır
sözün bittiği yerlerde
dostlara adres sorulmaz
sözlerin kalmadığı bir hayattaysa
anlam eser miktarda vardır
ama bulunmaz...